MHP Bilecik Milletvekili Bahattin Şeker, Meclis`te konuştu. Kültür ve Turizm Bakanlığının 2014 yılı bütçesi hakkında söz alan Şeker, Bilecik`in tarih ve kültürüyle ilgili de taleplerini dile getirdi. Şeker; "Bilecik ili milletvekili olmam hasebiyle birkaç söz söylemek isterim. Bilecik ili Yenipazar ilçesinde bulunan Kanyona destek verilmesini, Bozüyük ilçesinde yeni bir kültür merkezinin yapımına ödenek ayrılması, Söğüt ilçemize tarihi mirasımıza yakışan yeni kültürel eserler kazandırılması, Bilecik ilinde kış sporlarının yapılmasına yönelik olanakların sağlanması, kuruluşun ve kurtuluşun beşiği olan ilimizde; Metristepe Şehitliği’nin Milli Park olarak nitelendirilmesi başlıca taleplerimizdir" dedi.
Bakanlığın genel politikalarına da değinen Şeker: "Kültür ve Turizm Bakanlığının 2014 yılı bütçesi hakkında, Milliyetçi Hareket Partisi adına söz almış bulunuyorum.Günümüzde turizmin yarattığı, ekonomik, sosyal, kültürel ve politik etkiler özellikle uluslar arası ilişkilerde oynadığı rol anlamında giderek önem kazanmaktadır. Kültür ve turizm alanındaki hizmetler ve çalışmalar ile ülkemizin dünyaya sesini duyurması ve insanlığa tanıtılması, dış ülkelere vereceği mesajı belirleyip ulaştırması hepimizin temennisidir.
Ülkemizin zenginlikleri dünyanın dikkatine sunulurken, daha markalaşmış, daha profesyonel ve dünya sıralamasında daha üst sıralara yükselecek şekilde doğru yaklaşımlarla, devlet kurumlarının organizasyonu, sektörde yer alan kuruluşların yatırımları ve değerler üzerinden maddi ve manevi değerler üreten bir anlayışla büyümelidir.
Ülkemizde ve dünyada turizme verilen önem artmakta, turizm eğilimleri çeşitlilik kazanmakta, yeni yerler insanların ilgisini çekmektedir. Son yıllarda “amaçsız” gezmenin yerini, artık bilinçli bir “kültürel turizmin” aldığı bilinmektedir. Kültürel turizm için gelenler, ziyaretleri esnasında birden fazla turizm bölgelerini ziyaret etmektedir.
Ulusal ve uluslararası düzeyde turizm, iş hacmini ve yatırımları geliştirmekte, gelir ve döviz girdisi sağlamakta, yeni istihdam alanları açmakta, sosyal ve kültürel hayatı etkilemektedir.
Deniz, kum ve güneşe dayanan kıyı turizmi önemini devam ettirmekle birlikte, son yıllarda turistik taleplerde değişimler ve farklılıklar olmaktadır. Turizm pazarında rekabet hızlanmakta, doğal ve kültürel çekiciliklere sahip olan mekanlar, termal mekanlar, yaylalar, sağlık turizmi, inanç turizmi, kış sporları, yat turizmi, kongre ve fuar turizmi gibi alanlar öne çıkmaktadır. Bu alanlarda gelişim yaşanmaktadır. Bütün bunlar Türkiye’nin potansiyelinde ve tecrübesinde olan alanlardır. Turizmi bu şekilde çeşitlendirerek, aslında turistin ülkemizi sadece “ziyaret” etmesinden çıkarıp, ülkemizin köklü ve zengin kültürüyle yüzleşmesi de sağlanabilir.
7 bölgemizin ve 81 vilayetimizin kendine özgü güzellikleri vardır. Dünyada eşine az rastlanacak birikimler, ülkemizde hala canlılığını korumakta, muhafaza edilmeye beklemekte ve hala tanıtım aşamasındadır. Eğer bu konularda ciddi atılımlar gerçekleştirilir, insanımız bilinçlendirilir ve yatırımlarla şekillenirse; Türkiye’nin en büyük imkanı kültür ve turizm faaliyetleri olacaktır.
Medeniyetlerin merkezi olan ve dört mevsimin yaşandığı yurdumuzda, yedi coğrafi bölgenin her biri, doğal güzelliklerinin çekiciliği, tarihi yerleri, farklı dokuları, kırsal ve kentsel mekanları, kültürel cazibesi ile ayrı bir öneme sahiptir.
Maalesef, bölgelerimizin bu zenginliğini yurt içi ve yurt içi turlar, programlar ve projeler beklenen seviyede değildir. Bu, elbette ülkemizin kültür ve turizm potansiyeline yakışmamaktadır.
Az gelişmiş yörelerde turizmi geliştirmek, turistik bölgelerde altyapıyı desteklemek, çevreyi korumak, ortak kültür mirasına sahip çıkmak, sektörde kaliteyi arttırmak, yeni özel teşvikler vermek, müzeleri ve kültürel alanları daha etkin kullanmak, el sanatları ve turistik ürünlere katkı yapmak, yaşayan kültür mirasına ve somut olmayan kültürel mirasa sahip çıkmak, gelen turist profilinin gelişmesini sağlamak bakanlığınızın başlıca çalışmaları olmalıdır.
Yurtdışından gelen turistin dönüşümü ve turist profilinin gelişmesi, biraz da yurtiçindeki turistik faaliyetlerin gelişimiyle ilgilidir.
Bakınız bu vesileyle, yıllardan beri konuşulmasına rağmen beklenen seviyede atılımlar yapılmayan bir noktaya da temas etmek isterim; Genç nesil, özellikle kendi kültürümüzün ve yurdumuzdaki zenginliklerin farkına varmadan yaşıyor. Çünkü imkanlar ve şartlar kısıtlıdır. Bu makus talih olmaktan çıkarılmalıdır.
İlkokul çağlarından itibaren, bu ülkenin evlatları, Çanakkale’den Mardin’e, Trabzon’dan Muğla’ya, İzmir’den Kars’a, Bilecik’ten Diyarbakır’a kadar her bölgemizdeki tarihi ve kültürel mirasımızı yerinde görmeli, ecdad yadigarı olan bu aziz vatan toprağında kendi zenginlikleri içinde hatıralar kazanmalı, ayyıldızlı albayrak altında kardeşliğin ve bütünlüğün destanını okumalıdır.
Umarım Kültür ve Turizm Bkanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı ve Gençlik ve Spor Bakanlığı ileortaklaşa projelerle bu sorumluluğu yerine getirir. Bu ülkenin evlatları, Çanakkale’de yazılan o muhteşem destanı hep beraberce daha çocuk yaşlarda görmelidir. Sarıkamış’ta ecdadının şehadetine tanıklık etmelidir.
Ülkenin dört bir yanını gezmelidir. Umarım Kültür ve Turizm Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı ve bağlı kuruluşlar ortaklaşa projelerle bu sorumluluğu yerine getirir. Bu ülkenin evlatları, her şeyden önce kendi kültürünün derinliğini ve vatanın eşsiz güzelliğini görmeli, tanımalı ve sahip çıkmalıdır. Böylece milletimizin bütünlüğüne kast edenlere karşı, milli bir şuur gelişecektir.
Ayrıca, maalesef ülkemizin kültürel ve turistik zenginliğinden, kendi insanımız yeterince faydalanamamaktadır.
Kültür ve turizm bakanlığı bünyesinde yapılan projelerin maliyetleri ve bu projeleri üstlenen firmalar noktasında; gerek sektörün gerekse kamuoyunun doğru aydınlatılması gerekmektedir. Sürdürülen projeler konusunda, kamuoyu doğru bilgilendirilmemektedir ve bu konuda bir eksiklik yaşanmaktadır. Bu eksikliğin giderilmesi, sektörün canlandırılması, dinamiği ve sürekliliği için çok önemli olduğu kadar, belirlenen hedefler açısından da önemlidir.
Açıkçası belli bir eylem planı içerisinde, devlet ve sektör uyumunun sağlandığı, bir organizasyona ve vizyona ihtiyaç vardır. Türkiye’nin kültür ve turizm faaliyetlerinde, bir model geliştirmiş olması ve kendi dinamikleriyle hayata geçirmesi gerekmektedir.
Bazı uygulamalar, bu anlamda belirtmiş olduğumuz vizyonu gölgelemektedir. Bakınız, bilhassa kıyı şeridinde yer alan yerleşimlerde yaşanan çarpık yapılaşmanın önüne geçilmesi, buraların dokusunun muhafaza edilmesi, yetkili ve sorumluların buralarda uygulamış olabileceği keyfi uygulamaların önüne geçilmesi gerekmektedir.
Ne yazık ki bu zamana kadar, turistik bölgelerimizde, kıyı şeridinde olan bölgelerimizde çarpık yapılaşmanın ve betonlaşmanın önüne geçilmemiş, son 10 yıllık süreçte daha da vahşice bir şekilde bu yapılaşmalar süregelmiştir.
Tabiatımız tahrip edilmiştir. Turistik bölgelerimiz, bilinçsizce yapılan betonarme yapıların insafına bırakılmıştır. Gelen turistin şaşırdığı, halkımızın duyarsızlaştığı, yatırımcıların özensizleştiği, bürokrasinin yetki ve sorumluluğunu yerine getirmediği bir ortam hakim olmuştur.Elbette turistik bölgelerimizde çarpık yapılaşmayı hatırlatıp, İstanbul’u unutmak olmaz.
Turizm konusunda en önemli illerimizden biri, iki kıtayı birleştiren, dünya çapında eşsiz bir değere ve öneme sahip olan İstanbul’dur. Tarih İstanbul olmadan yazılamaz. Geleceğin tarihçileri de İstanbul’u anlatmadan dünyayı idrak edemeyecektir.
İstanbul’da tarihi ve kültürel yerlerimize, müzelerimize daha büyük önem verilmeli, şehrin bu tarihi dokusunun zedelenmesine izin verilmemeli; buradaki sanatsal değerler geliştirilmeli, Türkiye’nin dünyaya açılan penceresi olarak öne çıkarılmalıdır. Bu anlamda İstanbul’da artık, çarpık kentleşme sorunları adeta dağ gibi birikmiştir. Bu şehrimizin dokusunun, tabiatının, kültürünün, mimarisinin tahribatının önüne geçilmelidir.
Bakınız bu ilimizde, en önemli eksiklik ise İstanbul trafiğinin keşmekeşliği ve can güvenliği sorunudur. Elbette ulaşım imkanları çeşitlendirilmeye çalışılmaktadır, projeler üretilmekte ve hayata geçirilmektedir. Aynı zamanda güvenlik güçlerimiz İstanbul’da gerçekten büyük çaba sarf etmektedir. Ancak bu trafik ve can güvenliği meselesi, İstanbul’un artık imajı haline gelmiştir. Bu İstanbul’un kaderi olmaktan çıkarılmalıdır.
İstanbul’un yeşil çehresinin ve doğa güzelliğinin korunması, belirtmişolduğumuz üzere ayrıca hassasiyet gösterilmesi gereken bir konudur. Artık daha fazla bu şehrin dokusunun tahrip edilmemesi, bu konuda bütün kurum ve kuruluşların katkısıyla bir “iletişim ve yönetişim” sağlanması gerekmektedir. İstanbul güzel ve özel kalmalıdır, tarihi dokusu ve kültürel mirası ile geleceğe aktarılmalıdır.
Türk turizm sektörünün yıllardır biriken sorunlarının çözümü ve gerekli önlemlerin alınması için en önemli husus, turizmin tüm kesimlerini içine alan bir “turizm çerçeve kanunu” çıkarılmasıdır.
Yurtdışında bulunan, bu ülkenin tarihi ve kültürel varlıklarımızın ve eserlerimizin yeniden ülkemize getirilmesi ve zenginliklerimiz arasında kendi anavatanımızda sergilenmesi adına çaba sarfedilmiş olmasını takdir ve tebrik ediyoruz.
Umarım bu çalışmalar devam eder. Her fırsatta söylüyoruz Türkiye’ye ait olan bu eserleri, yıllardan beri iade etmeyen ülkeler, tarih önünde bir kara leke taşımaktadır. O yüzden bu konuda ülkemiz adına emeği geçen herkese teşekkür etmek gerekir.
Ancak hatırlatmak gerekiyor ki “tarihi eser kaçakçılığı”, ülkemiz için acı bir gerçektir. Binlerce tarihi eser ve binlerce kültürel değer ya yurtiçinde çalınmış ya da yurtdışına kaçırılmıştır. Bu konuyla ilgili olarak sadece güvenlik birimlerimizin değil, ilgili bütün kurum ve kuruluşların organize olduğu yeni birimler kurulmalıdır.
Dünyada böyle zenginlikleri olup, bu kültürel ve tarihi mirasa karşın böylesine duyarsız kalınan başka bir ülke yoktur.
Daha birkaç hafta önce, Ankara polisimizin resim ve heykel müzesinden kaybolan eserleri bulmak için başlattığı operasyonda; 30 tablo ele geçirilmiş ardından da Ankara Resim ve Heykel Müzesi Müdürlüğünde yapılan sayım sonunda bulunamadığı ve sahte olduğu tespit edilen 302 parça eserin 256 adetinin kayıp ve 46 adetinin ise sahte olduğu anlaşılmıştır.
Sayın bakanım, bu konuda sorumluluk en çok size düşmektedir. Tarihi eser kaçakçılığı ister yurtiçi ister yurtdışı olsun; bu konuda ağır ceza ve yaptırımların hayata geçirilmesi gerekmektedir. Türkiye, bazı suçların hem geçiş noktası ve hem de merkezi konumundadır; merkez olan suçlardan biri de tarihi eser kaçakçılığıdır. Türkiye’nin kültürel zenginliği ve tarihi mirası, böyle yağmacılardan kurtulmalıdır.
Bu anlamda bir başka önemli husus da şudur.Dünyanın en zengin klasik yazma eserlerinin Türkiye’de olduğu bilinmektedir. Bunların 700.000 civarında olduğu söylenmektedir. Bu binlerce yazma eserlerin, yeni kurumsallaşmalar sayesinde korunması ve gelecek nesillere aktarılması sağlıklı ve titiz bir şekilde kullanılması gerekmektedir. Burada en önemli konu, bunlarla ilgili bir envanter çalışması yapılmasıdır. El yazmaları son derece mühimdir.
Yurtdışında bulunan müzelerde, milletimizin kültürel varlığına ait olan binlerce el yazması eser bulunmaktadır. Umuyoruz ki bunlar da bir gün ülkemize iade edilsin ve kendi kültür mirasımız orda burada değil, kendi anavatanında sergilensin.
Bakınız son günlerde yine bakanlığınıza bağlı milli kütüphaneden 147 ton kitap ve yazılı materyal, içinde tarihi çok eskiye dayanan yüzlerce nadide eser, sahaflara kilosu 15 ile 50 kuruş arasında satıldığı ortaya çıkmıştır.
Döküm listesi olmayan, 11 kamyonla HURDASAN’a gönderilen bu eserler ve milli kütüphane mühürlü kitaplar, dışarıda büyük meblağlarla satılırken ortaya çıktı. Yine Milli Kütüphanenin depolarında, 346.000 kitabın çürümeye terk edildiği ortaya çıktı.
Sayın bakanım, milli kütüphanenin kitap hazinesinin yarısından fazlasının kayıt altında olmadığı söylenmektedir. Yüzlerce esere ve tarihi öneme sahip kitaplara hiçbir işlem yapılmadığı iddia edilmektedir. Bu ilgisizliktir, duyarsızlıktır, nankörlüktür. Bazılarının kurtarılamayacak kadar yıprandığı söylenmektedir.
Bu sorumsuzluktur. Bu vahim durum ve sorumsuzluk karşısında sessiz mi kalınacaktır? Bunlar hesap vermeyecek mi?
Başka bir husus daha var. Yine İstanbul’da “saraydan lojmanına 3. Selim’in tahtını kaçıran” müze müdürü olarak anılan şahıs, basında “saraydan taht kaçırma” hadisesinin yer alması ve kamuoyunda büyük tepki uyandırmasının ardından eski görev yeri Konya’ya gönderilmiştir.
Fakat bu sefer de, Mevlana Müzesinde asırların hatırası olan, çok kıymetli “şeb-i arus” havuzunu, “alttan su kaçırıyor” gerekçesiyle kaldırtmış, birkaç metre öteye de taklidini yaptırtma gafletine düşmüştür. Üstelik havuzun tarihi mermerleri de yine aynı özensizlik ve gafletle sökülürken parçalanmıştır.
Aynı zamanda Türk dostu Pakistanlı ünlü şair Muhammed İkbal ve divan şairlerimizden Nefi’nin temsili mezar taşlarını da bu düzenlemeler gerekçesiyle ne yazık ki kaldırılmıştır.
Tarihi eserlerimizi korumakla mükellef olan bu müze müdürü; hafriyatçı mıdır, inşaatçı mıdır, mezarcı mıdır, taht ve koltuk sevdalısı mıdır yoksa bunların hepsi birden midir? Bunun açıklamasını kim yapacaktır?Bunun hesabını kim verecektir? Bunu yapan sorumlular tez vakitte hesap vermelidir.
Gelişmiş ülkelerde böyle şeyler yaşanmaz. Yaşansa bile örtbas edilmez.Ülkemizde son yıllarda, bilhassa sinema sektörü büyük ilerlemeler kaydetmiş, yurtdışında da ilgi görmüştür. Bakanlığınız sinema sektörüne gerekli desteği vermelidir.
Türk sinemasının gelişmesi, Türk sanatçılarının takdir kazanması, bu ülkenin dünyaya sunduğu değerlerin olması hepimiz için gurur vericidir. Sinema ve dizi sektöründe, bir çok sanatçımız diğer ülkelerde hayranlıkla seyredilmekte ve ülkemizin tanınmasına milyon dolarlar verilse de yapılamayacak ve paha biçilemeyecek derecede katkı sağlamaktadırlar. Bir çok ülkede, Türk sinema ve dizi sektörünün eserleri yayınlanmaktadır. Bu yayınların devamı, kültür ve turizm bakanlığının katkılarıyla yapılan film, dizi ve belgesellerle desteklenmelidir. Bilhassa İslam ülkelerinde, Türk cumhuriyetlerinde, balkan ülkelerinde ilgi gören bu yapımlar; bence hitap ettiğimiz kültürel ve tarihi coğrafyamızın canlılığını hala koruduğunu da göstermektedir.
Bu bireysel çabaların iltifat görmesini ve bakanlık tarafından doğru organizasyonlarla artmasını ümit ediyoruz. Türkiye’nin sanatçı yüzleri, dünyada hak ettiği şöhrete kavuşurken; bir yandan da ülkemizin vizyonuyla bütünleşmelidir. Bunu görmek istiyoruz.
Ülkemiz hakkındaki bütün kara propagandalara, düşmanca lobi faaliyetlerine ya da bir takım şer odaklarının çabalarına en güzel cevaplardan biri bu olacaktır.
Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk; muasır medeniyetler seviyesine ulaşmayı ve aşmayı hedeflerken, can damarı olarak sanatın ve sanatçının gelişimini ve Türk kültürünün yükselmesini görmüştür.
Cumhuriyetin kuruluşunda işte bu kültür ve sanat faaliyetlerine yönelik üstün öngörüyle, sanat faaliyetleri, devletin kuruluşunda yapıtaşlarından biri olarak yerini almıştır.
Sanat zenginleştirici ve geliştirici bir kudrete sahip olduğundan, bu yönüyle çağdaşlığın da göstergesidir. Konservatuarı, operası, balesi, tiyatrosu, orkestrası bulunmayan ülkelerin, toplumsal gelişmesi sağlanamadığı gibi; milli kültürünü de ve tabi demokratik kültürünü de geliştiremediği görülmektedir.
Bakınız, içinde yaşadığımız coğrafya bunun örnekleriyle doludur. Sanatın ve sanatçının önemi, bilhassa yaşadığımız bölge için anlamlıdır. Çünkü yaşanan acılar, duyarsızlık, anlayışsızlık, cehalet, hakimiyeti asla tartışılmayan diktatörler, mutlak krallıklar, sorgulanmaz emirlikler; bölgemizde yaşayan Müslüman toplumların adeta kaderi ve kısır döngüsü haline gelmiştir.
Hepinizin bildiği gibi, bu kısır döngü vahşice katliamları, tecavüzleri, istila ve işgali beraberinde getirmiştir.
Sanatın ve sanatçının susturulduğu, geri plana itildiği, anlamını yitirdiği, değersizleştirildiği, itibarsızlaştırıldığı toplumlarda; zevksizlik, duyarsızlık ve vicdansızlık gelişir. İnsanı olgunlaştıran ve birikim sahibi yapan, bilginin kazandırdıklarına bir seviye ve anlayış kazandırıp olgunlaştıran, toplumları aydınlatan, medeniyetlere yön veren; içinden çıkan sanatçılar ve ortaya koydukları eserlerdir. İşte sanattan ve sanatçıdan yoksun olmak, karanlığa mahkum olmaktır. Sanata ve sanatçıya, hür vicdana ve ifade özgürlüğüne müdahale etmek ya da tek taraflı bir mantıkla sansürlemek çok büyük bir yanlıştır. Bu anlamda; son günlerde müzik ve sahne sanatları alanında bugüne kadar gelen tüm sanat varlığımızı ortadan kaldıracak yeni bir yasa taslağı hazırlandığını takip ediyoruz. Türkiye’deki sanatın geliştirilmesi konusu, sadece tek bir kurumun ya da 10 kişilik bir kurulun insafına kalırsa; bu sanat ve sanatçı üzerinde “siyasi vesayet” kurma çabası olarak anlaşılır. Demokrasinin, özgürlüklerin, sanatın ve sanatçının, hakkın ve hukukun üstünde bir imtiyaz kurulmasına, bir vesayet tartışması açılmasına kimse razı olmaz kanaatindeyim. Ancak, bu tip yasa tasarıları ile sanatın üzerinde sansürcü ve siyaset bir vesayet kurulmak istendiği aşikardır. Bu yasada ne yazık ki Türkiye’nin köklü sanat kurumları, devlet tiyatroları, devlet opera ve balesiyle, güzel sanatlar genel müdürlüğüne bağlı tüm sanat kurumları ortadan kaldırılarak tasfiye edildiği görülmektedir.
Meclise geleceği söylenen yasa tasarısı, iki noktada sanata müdahale etmektedir. Tasarı ilk olarak sanatı sansürlemeyi ve siyasileştirmeyi, ikincisi de sanat borsasının yaratılmasını, sanatın tamamen ticarileştirilmesini ve rant elde edilmesini amaçlamaktadır.
Bu ve bunun gibi yaklaşımlarla, sanatın hür bir şekilde ifade edilmesi engellenerek, sanat alanları siyasi ve ticari malzeme haline getirilmektedir. Bu ülkenin gelişimi sanattan ve sanatçıdan yoksun bir şekilde olamaz. Sanata ve sanatçıya yapılan müdahaleler, ülkenin gelişmesini engellemekten başka bir anlam taşımaz.
Çağdaş dünya ile bütünleşen sanat varlığımız, toplumun her kesimine yansıtılacak şekilde yaygınlaştırılması gerekirken; bütün bu sanat varlığımızı yok sayacak çalışmaların yapılabilmesi şaşırtıcıdır. Muhalif de olsa, sanat ve sanatçıdan korkmamak gerekmektedir.Sanatsız, zevksiz, kalpsiz, vicdansız bir toplum; hasarlı bir toplum olarak, kendi kendini felakete sürükler. Buna izin vermeyecek olan da, yetki ve sorumluluğu içinde, ülkesindeki sanatın gelişimine katkıda bulunanlardır. Aksi halde, yasakçı ve sansürcü mantık, sanatın kudreti karşısında küçük durumu düşer. Tarih bunun örnekleriyle doludur.
Sayın bakanım, Bilecik ili milletvekili olmam hasebiyle birkaç söz söylemek isterim. Bilecik ili Yenipazar ilçesinde bulunan Kanyona destek verilmesini, Bozüyük ilçesinde yeni bir kültür merkezinin yapımına ödenek ayrılması, Söğüt ilçemize tarihi mirasımıza yakışan yeni kültürel eserler kazandırılması, Bilecik ilinde kış sporlarının yapılmasına yönelik olanakların sağlanması, kuruluşun ve kurtuluşun beşiği olan ilimizde; Metristepe Şehitliği’nin Milli Park olarak nitelendirilmesi başlıca taleplerimizdir.
Sözlerime son verirken, kültür ve turizm bakanlığının faaliyetleri ile hedef ve projeleri dikkate alındığında, bakanlığın bütçesinin yetersiz kaldığını belirtmek isterim."
Kaynak : Haber11
Bilecik
23.12.2024