ZEKİ GÜVEN


YENİPAZARCA ( MANAVCA ) SÖZLÜK



                            YENİPAZARCA (MANAVCA) SÖZLÜK

          Yenipazar ve çevre köyleri, Türklerin Manav denilen ve yerleşik hayata ilk  geçen  boylarından. Dilleri de Manavca yani Türkçe. Ülkemizde daha çok batı bölgelerimizde yaşayan Manavlar, Türkçeden başka dil bilmezler.
         Bölgemizde ve bütün Manavlarca yüzlerce yıldan bu yana kullanılan sözcüklere baktığımızda İstanbul ağzının ( Resmi konuşma ve yazı dilimiz) Manavcanın evrim geçirmişi gibi olduğunu düşündürüyor insana. (Not: İstanbul´a ilk yerleştirilen Türklerin Göynük ve Taraklı´dan gönderilen 760 hane manav ailesi olduğunu biliyoruz.)

Eski Yenibazarcada kimi sözcüklerde "  k-g , t-d , o-u " değişimi görülür:
Kamyon- Gamyon, Kız- Gız , Koyun- Goyun, Kuyu- Guyu
Tutkun- Dudgun, Tuz- Duz, Gitti- Giddi, Taş-Daş,
ondan- undan, onların -unnan , Ömer- Üme (r)
Ağacın dalını gıran uydu.( kıran oydu). Undan ( ondan) bize fayda yok.

Yenipazarcada kimi sözcüklerde "  l ,r, y, z  " harfleri düşer:
Arkasından bakaga(l)dı, Sınıfta ga(l)dın mı geçtin mi?, Sonra pişman o(l)ma,
Nereden a(l)dın unu (onu)? - Baza(r)dan a(l)dım.
Yenipaza(r)lıyız, Arabayı geti(r) götü(r)me. Otu(r)ma çalış. Baka(r)san bağ olur, bakma(z)san dağ,
Sen ge(l)mesen ben de ge(ı)mem. Tarlayı sürme(z)sen ürün alama(z)sın. Yolluğunu   torbasına  go(y)du.
A...a go(y)dumun gavuru / Gulağından duttum mu bağırı(r). (Yenipazarca bilmece sorusu : Tüfek)

              Eskilere anımsatmak, genç kardeşlerimizin sözcük dağarcıklarını zenginleştirmek  ve kültürümüze katkısı olması  düşüncesiyle  derlediğim bu sözcükleri sizlerce paylaşıyorum.

                      YENİPAZARCA (MANAVCA) SÖZCÜKLER

A: Seslenme sözünden önce kullanılan bir ünlem, Eyy! der gibi. Mustafa ! A Mustafa ! Evde misin?
A ah: Hayır, yok.     "Bu eşek sizin mi Üsen?" " A ah. Amcamgilin.
Aba: Abla
Abasının: Ablasının "Abasının köyü şeher olacak. Cipler gelecek kamyonlar gidecek."  "Abasının gülü pek de bi güzel olmuş."
Aga: Abi
Aktarma: Keleme bir tarlayı pullukla sürme. "Aktarmaların başlaması için toprağın tavlı olması gerekir."
Alaf: Ateş
Alfat: Yabani armut, ahlat.
Alışmak: Çocuk oyunlarında takımın iki oyuncusunun ya da kaptanlarının sırayla takımlarına oyuncu almaları. Seçime ilk başlayanı seçmek için yazı tura , adımlaşma .. gibi yarışmalar yapılır. Kazanan ilk oyuncuyu seçer, sonra sırayla seciciler bir bir oyuncu seçmeye devam ederler.
Allem (elleham) : Herhalde, sanırım, anlaşılan , galiba.  " Bana yardım edecen allem."
Alnının çatı: Alnının ortası.
Aman deyen, deyem !: Yalvarırım, ne olursun "Aman deyen oğlum ! Aman diyene el kaldırma."
Amcamgil: Amcamlar "Ana!  Halamgiller bu akşam amcamgile oturmaya gideceklermiş. Biz de gidem ."
Amel: İshal
An: Tarla sınırı "Eskiden köylerde an kavgası çok olurdu."
Anaç: Yaşlı, gelişimini tamamlamış kanatlı hayvan.
Anatar, ineter: Anahtar
Angare: Angarya. Para almadan yapılan iş. Yenipazar´da imece anlamında. "Köy argını temizlemek için yarın angare yapılacakmış."
Anız: Biçilen ekinin tarlada kalan köklü kısmı.
Annaç: Karşı "Annacıma geç bakalım. Biraz konuşalım seninle."
Annanmak: At ya da eşeklerin sırtlarını kaşımak amacıyla yerde sırt üstü yatarak sağa sola dönmesi.
Annat: Desteleri arabaya yüklemek için kullanılan demirden ya da ağaçtan ağzı üç kollu uzun saplı araç.
Anırmak: 1) Eşek bağırması 2) mec. Kocaman çocuk ağlaması. " Eşek kadar oldu hala anırıp duruyor."
Apıldamak: Emeklemek
Ark: Toprağı açarak yapılmış üstü açık toprak kanal.
Armut topalı: Hoşaf yapmak için fırında kurutulmuş armut.
Arpalık: Köy yakınlarında arpa, buğday ekilen, verimli taban tarla.
Arnıgabak: Alnın ortası
Atacak: Sapan, sabanga
Avara :  Sağlığı bozuk. Kötü, kullanışsız. " Ali dayı iki aydır hastanede yatıyor. Çok avaraymış."Bu tırpan çok avara çıktı, kesmiyor.
Avlay: Avlu ya da bahçe kenarlarını çeviren çit. "Avlaydan atladım öbür tarafa yumurtladım: Kabak "

Aydoğdu: Ayçiçeği

Badaşmak: Eş tutmak . Çocuk oyunlarında oynayacak denk biri ile anlaşarak birbirine rakip olmak.
Badılcan: Patlıcan
Badırdamak: Kendi kendine anlaşılmaz , homurtulu bir şekilde konuşmak.
Bagas: Aptal, sersem,alık.

Bakır: Kova, bakraç  "Eskiden her evde çeşmeden su taşımak için dört beş tane bakır bulunurdu.

Başaklama: Ürün kaldırıldıktan sonra geride kalanları toplama.
Bayam: Badem. "Nasuhlar´da bayam ağacı çoktu. Orada her hıdrellez pilavında bayam çağlası yerdik."
Baymak: Yeme isteği körelmek, bıkmak.
Bazlamaç, bazlama: Sacta pişirilen bol yağlı, kalın kaparık küçük yufka.
Bekar: Çiftçilik işleri için tutulmuş ; yeme, içme, yatma gereksinimleri ağa tarafından karşılanan erkek.
Bel: Uzun saplı, toprağı kazmaya yarayan, ayakla basacak yeri bulunan üçgen ağızlı kürek.
Bellemek: Belle bahçeyi kazmak.                                                                                                                                                                            
Beygir: At
Bıçkı: Ağzı eğri, dişli ağaç budama bıçağı.
Bıdık : Kısa .
Bıldır: Geçen yıl.
Bocut: Topraktan, ağaçtan yapılmış küçük testi.
Boğ: Bohça.        
Bokböceği: Hayvan gübresiyle beslenen bir böcek.
Borazan: Ağaçların yaş dallarının kabuklarından yapılan boru şeklindeki kalın ses çıkaran düdük.
Bostan: Kavun, karpuz. Kavun karpuz, sebze tarlası.   "Üç dönüm bostan yan gel Osman."
Boyna: Devamlı.   " Bir kere verdim. Boyna istenir mi?" 

 Boz: Kül rengi.  "Cansızlar´ın boz bir erkek eşeği vardı."   

Bödek: Küçük ve büyükbaş hayvanların, kuşların ciğer, yürek gibi yenilen iç organları. "Tavuğun bödeklerini ben yiyeceğim, ana."
Böğür: Göğüs. "Böğrüne bir acı saplanmış."
Böğürmek: 1)Büyükbaş hayvan bağırması. 2) Yüksek ses çıkarmak
Böyün: Bugün
Bulgurcuk: Küçük dolu.  "Bugün tam öğle vakti bulgurcuk yağdı. "
Burç: Ökseotu. Kavak, elma ,armut ... gibi ağaçlarda yetişen bitki. " Küçükken ağaçlardan burçları indirip koyunlarımıza yedirirdik."
Burunsalık : Hayvanların  yemesini engellemek için ağızlarına burunlarına  geçirilen ızgara  ağızlık.
Buva, buba, vuva : Baba
Buydey: Buğday.     " Çaya buydey yıkamaya gideceğiz."
Buzlacı: Doğurmasına az kalan hayvan.
Buzlamak: Dişi sığırın doğum yapması.
Bükme: Köy kara fırınında  ekşi mayadan yapılmış yuvarlak yassı ekmek.
Büzük: Kıç, anüs, makat, dızık.
Büzüktaş: Arkadaş

Cağ: Ağzı bir iple büzülerek toplanıp bağlanan torba.
Cambaz: Hayvan alıp satan kimse.
Canava(r) : Kurt
Can can : Canın çeksin anlamında bir çocuk deyimi.
Candarma: Jandarma
Cankurtaran: Ambülans
Carcur: Fermuar , cırcır
Cayırtı: Sert, keskin  sesler çıkarma.  "Sabaha karşı bir cayırtı koptu sokakta."
Ceyran: Elektrik.          "Sabahtan beri ceyranlar kesik."
Cıbır: Zayıf, cılız
Cıkcık: Salyangoz, sümüklüböcek   "Çocukluğumuzda cıkcık toplayıp satarak harçlığımızı çıkarırdık."
Cılk, cılık: Bozuk, içi oynayan bayat yumurta.  
Cıraklamak: İnce bir sesle bağırıp çağırmak. 

Cırcır: Fermuar  

Cırcır: İshal                                                  

Cırcırböceği: Ağustusböceği 

Cırga: Civciv
Cırık: Az akan çeşme.
Cırnık: Karabakaldan büyükçe bir kuş.

Cıyaklamak: Acı acı , cıyak cıyak ses çıkarmak.
Cızdırma: Kızgın yağda kızartılmış hamur   

Cızıklamak: Zora gelince türlü türlü bahaneler uydurarak kendini savunmaya çalışmak. 

Cızıklamak: Canı yanan hayvanın çıkardığı ses.

Cızlavat: Kara lastik ayakkabı.  "Cızlavatlarının içinde  ayakları terlemişti. "
Cilet: Jilet
Cimciklemek: İki parmağıyla ( baş ve işaret ) birinin etini sıkmak, çimdiklemek.  
Civci: Civciv
Combak: Yapay ya da yağmur sularının biriktiği havuz büyüklüğünde küçücük gölet. "Mahmut Ağa´nın combağında yüzmeyi öğrendik. "
Cork tavuk: Kuluçkadaki tavuk
Corlak: Belden aşağısı çıplak olan.
Cozutmak: Saçmalamak, delice davranmak.

Çakıl: 1)Tarlada toplanan taşların oluşturduğu taş yığını. Taşlardan oluşan öbek. 2)Yollara dökülen, beton atılan  ufak tefek taşlar.
Çaput, çapıt : Eskimiş, çürümüş bez, kilim parçası 

Çaparız: Kavgacı 

Çardak: 1)Tarlalarda içinde veya üstünde yatmak için yapılmış sığınma yeri. " Abimle domuz beklemek için mısır tarlasındaki çardağa çıktık."

2) Asma ağacının dallarını yüksekte tutmak için yatay ve dikey direklerle desteklenmiş ağaç iskelet.
"Çardaktan sarkan üzümler yüzümüze gözümüze değiyordu."
3) İnsanların oluşturduğu iki üç katlı kule. "Çardak kurup üçüncü kat penceresindeki güveyin elinden delikanlı sofrasını aldık."
Çatmak: Sataşmak.  " Her önüne gelene çata çata evine gitti."  "Rahmetli Ahmet amca hergün mutlaka birine çatardı." 

Çatal araba: Arka dingili sökülüp takılabilen, iki dingil arası uzatılıp kısaltılabilen  dört tekerlekli öküz arabası, 
Çek: Sap yığınından sapları harman yerine ya da patozun ağzına getirmek için kullanılan uzun saplı ucu çengel ağaç alet.
Çekelez: Sincap
Çekişmek: Kızmak, azarlamak                                                                                                                                                               

 Çekel değnek: Alt ucunda pulluğa sıvaşmış çamurları kazımaya yarayan kazıyacak bulunan ve koşum hayvanlarını yönlendirmek için kullanılan uzun ince sopa.
Çekmek: İneği boğanın önüne getirip boğa ile  çiftleşmesini sağlamak. 
Çemek : Temek . Ahırın hava alması ve ahırdan gübreleri dışarı atmak için kullanılan camsız küçük pencere.
Çemkirmek : 1)Küçük köpek havlaması.
2)Sürekli ve ser birt şekilde karşısındaki kişiye söylenmek.     "Hatma kadın  gelinine sabahtan beri çemkirip duruyordu."
Çepel: İyice elenmemiş tahıl.
Çepin: Toprağı kazmak, tezekleri parçalamak için kullanılan ağzı dar küçük çapa.
Çepiş : Dişi keçi yavrusu. " Süphaneke sümsüm teke, Anam çepiş babam teke " diye bir tekerleme vardı.

Çıkartma: Balkon
Çıkın: Küçük bohça
Çıplak: mec. Yoksul. "Adam çıplağın biri olmasına rağmen çok eli açık  .

 Çırpı: Kuru kısa ince dal.  "Bacakları cırpı gibiydi kızcağızın."

 Çıtak: Geçimini odun satarak sürdüren kişi.

Çiğ: Tarlada sürülmemiş, kazılmamış yer. " Çiğden yürüyerek getir bocutu 

Çit: İnce ağaç dalları ile örülmüş saman çekme arabası. 

Çit: Bahçe, avlu, tarla , saya etrafını  çeviren ağaçtan, telden , çalı çırpıdan örülmüş set, duvar.                                                                                                                 

Çizdirmek: Yara, siğil, çıban, temre ... arpayla okutmak.  "Cevdet abinin annesine temrelerimizi çizdirirdik."
Çomak: Kısa, ince  dal parçası.

Çotuk: 1)Kalburun, gözerin üstünde kalan iri ot,saman.2)Kesilmiş ağacın toprakta kalan  kısmı.
Çöğdürmek: Ayakta havadan ileriye doğru işemek.
Çöğdürmek: Bir noktadaan aynı uzaklıkta olan iki ağırklıktan birinin fazla gelerek diğer tarafı hayaya kaldırması. " Heybenin solundaki çocuk diğerini çöğdürdü. " " Bu tahterevalliye şu çocukları oturtsak sence hangisi çöğdürür. "
Çölmek: Çömlek. Topraktan yapılmış tencere.       "Yenipazar´da çömlek yapan  bir aile vardı."
Çuvallamak: Taneli ürünleri, meyveleri... çuvala doldurmak.
Çuvallamak: Şaşırmak.
Çük: Daha çok küçük çocukların erkeklik organı olarak kullanılan bir sözcük. 
Çüş: Eşeği durdurma sözü.

Daga: Güçlü kuvvetli fakat becerisi, yeteneği az, sosyal yönü zayıf, vurdumduymaz erkek.
Dağdeviren:Büyük iş makinesi. Dağlara, tepelere yol açan beygir gücü çok fazla paletli, kuvvetli araç. 

Dakılamak: Kovalamak

Dagıldamak: Konuşup durmak.
Dalamak: Köpek ısırması
Dam: Ahır. Dama inek bağladım.
Dayak: Kapının arkasına konan kapının açılmasını önleyen ağaç.
Dayaklamak: Kilitlemek. Kapının arkasına dışarıdan açılmaması için bir ağaç dayamak.
Debizlemek: Söz ve davranışla birini iteleyip kakalamak.
Deddemek, dettemek : İttirmek, götürmek, sürmek, yürütmek .    "Hadi eşeğini dette bakalım. Anca gidersin."
Değişik, denişik : Bir ailenin kız aldığı aileye kız vermesi.
Demir: Pulluğun, sabanın toprağa giren kısmına takılan topraga giren kesici demirden parçası. "Arabacı Mehmet  dayıya  iki tane pulluk demiri bir tane de saban demiri yaptırdık."
Demirley: Fırının içinden bükme (ekmek) çıkarmaya yarayan ucunda yassı yuvarlak demir bulunan uzun saplı ağaç kürek.
Dene: Tane
Deste: Biçilmiş ekin demeti.
Destepe: Değişken davranış, tutum  gösterme.  Kafası gelip gitmek. Ne yapacağı belli olmamak.  " Senin destepen belli olmaz..."
Deymen: Değirmen "Eskiden Aşağıçay´da altı tane deymen varmış."
Dımdızlak: 1)Herşeyini yitirmiş halde. 2) Üstünde bir şeyi kalmamış 3) Yapayalnız
Dıngılmak: 1)Yatmak, uyumak.  " Siz şu yatağa dıngılın."  2) Bir şeyin sağa ya da sola devrilmesi. 

Dıngıldamak : Sağa sola yatmak, kımıldamak.   " Şu bardak dıngıldayıp duruyor. Alın şunu burdan."
Dızık: Büzük
Dibek: Oyuğunda buğday dövülen silindir şeklinde büyük taş. 

Dimi: Pijama 

Ditmek: Kabartmak, küçük parçalara   ayırmak.                                           

Dingabak : Sırt üstü.

 Direkmen, direkman: Direkt olarak, doğruca.

Divan: Ayaklı, yerden  yüksek demir ya da tahta çok geniş  oturak, yatak.
Diyren: Dirgen. Harmanda,  tarlada sapları toplamaya ve aktarmaya yarayan iki ya da daha çok dişli ağaç ya da metal alet.
Dombay : Manda  " Çöte köyünde manda yoğurdu çok yapılırdı."
Donuz: Domuz 
Dökmek: Sebzelerin yetişip ürün vermeye başlaması. Fasulyeleriniz döktü mü? 

Döktürmek: Bir işi ustaca yapmak. 

Dömbelek, dümbelek : Darbuka  "Dömbelekçi Ali dayı dömbeleği konuşturuyor valla! "

Dömbürdek: Hayvanlara takılan büyük çan.

Döş: Göğüs
Döşek: Yer yatağı  "Hayata misafirler için üç döşek yaz bakalım."
Dumay: Nezle
Duşduşuna: Hiç sebep yokken, durduk yerde.  "Duşduşuna başına bela aldı. "
Dünürşü : Eskiden (atlara binip ) özel kıyafetler giyerek gelin almaya giden kadınlar.

Dürzü: Kötüleme sözü, hakaret 
Düve: Doğum yapmamış bir yaşından büyük sığır.
Düven: Döven. Ekin saplarını saman yapmak bu arada tanelerini de ayırmak için kullanılan hayvanların
çektiği altında keskin çakmak taşları çakılı kızağa benzer araç. " Çocukluğumuzun en zevkli işiydi düven sürmek."
Düzen: Ağaç dokuma tezgahı.  " Annem kışın sabahtan akşama kadar düzende bez dokurdu."
Düzmek: İyileşmek, düzelmek " Hasta olan Mustafa düzmüş." "Arabanın frenleri düzdü mü?"   "Havalar bi düzmedi."

Eğrek, eyrek: Hayvanlarının yazın öğle sıcağında dinlendikleri, serinledikleri gölgeli, sulu yer. " Sığırı eyrekte yatırıp Karamehmetlerin Kadir ile çayda yüzdük." 
Ekmek mantısı: Kurumuş ekmekleri doğradıktan sonra haşlayıp üzerine keşli kızgın yağ dökülerek hazırlanan bir yemek. Papara.
Elektrik: El feneri   " Elektriğin pilleri azalmış."
Elleşmek: İki kişinin birer elini birleştirip bir çuvalı bir eşyayı yüksek bir yere koyması, götürmesi.
El öpmesi: Düğünden sonraki günlerde taze gelini akrabalara gezdirme. "Danişment´e el öpmesine gitti teyzemgi
Enser: Çivi
Erezlemek: Kilitlemek
Erfane: Katılanların getirdiği farklı türde yiyeceklerin birleştirilip yendiği toplu kır yemeği.
Erinmek: Üşenmek
Erkeç: Erkek keçi
Esirik: Aklına geldiğini yapan, yarım akıllı.
Eşek: Sel geldiğinde tarlayı aşındırıp toprağını götürmesin diye tarla kenarına kazıklar çakılarak, dallar tutturularak yapılan eşeği andıran set.
Eşek dikeni: Yol kenarlarında, ekilmeyen tarlalarda yetişen yaprakları ve dalları dikenli, eşeklerin çok
sevdiği kart bir bitki, devedikeni, çakırdikeni.
Eşelek: Meyve artıkları, kabukları.
Eşgare: Açık açık, herkesin içinde.
Eşme: Toprağın eşilmesiyle çıkan su kaynağı.
Evermek: Evlendirmek
Evlek: Dönümün beşte  biri ya da bir tarlanın çizgilerle bellirlenmiş  bir bölümü.
Eza: Kibrit.   "Ezayı ve sobayı yakam."   "Musa dayı  ezayı eve desde ( deste) ile aldığını söylerdi hep ."

Faşırdamak: İki küs kişinin birbirinin yüzüne bakmadan sert hareketlerle yan yana geçmesi 

Fer:Güç ,kuvvet , parlaklık. "Akünün feri kalmamış. Marşı zor basıyor. "   "Gözlerinin feri gitmiş."                                                          

Fışkın: Ağaçların dibinden fışkıran çok düzgün ince sürgün.
Fıydırmak: Bir şeyi elle uzağa fırlatmak.

Gabalak: Saçı açık (başörtüsüz)
Gabara, kapara: Yassı, yuvarlak başlı kısa çivi, raptiyenin kalını. " Moçunun altına gabara çaktım."
Gadın: Güzel 
Gama: Kama
Gancırdak : Bir tür tahterevalli. İki ucuna birer kişinin bindiği biri alçalırken diğer kişinin yükseldiği bu esnada dönülen bir tahterevalli.
Gancur guncur : Tahterevalli
Gapçıklamak: Bir meyvenin kabuğunu soymak, kabuğunu çıkarmak.
Gardaşlık: Kardeşlik.  Kardeş kadar yakın, değerli. " Katran köyü hayırında gardaşlığıyla buluşmuş annem ."
Garga: Erkek çocuk cinsel organı.
Gaşım: Bir hitap sözü. Gardaşımın kısaltması olabilir.
Gavi: Sağlam                                                                                                                                                                                                          Gazel:Kuru yaprak.

Gebeş: Goca göbekli, karnı şiş.

Gedik : Yarılmış kaya geçidi. "Gedikkaya´nın gediğinden uçak geçebilir mi ? " 

Gege: Ağaç dallarını çekmek için yapılmış ucu çengelli uzun sopa.
Gegeleşmek: İki tarafın da bir şeyi iki tarafa çekiştirmesi, zıtlaşmak, inatlaşmak, itiraz etmek... Gelin ile kaynana sobayı yok  buraya kuralım yok şuraya kuralım diye gegeleşip duruyorlar.
Geti: Getir
Gı : Kadın ve kızlar için bir hitap sözü. "Nerden geliyorsun gı?" "Naptın gı?"   " O neydi gı?"
Gıcık: Sinir bozucu kişi,
Gıcık: Çocuk oyunlarında sayı kaybetmek
Gıcır: Yeni,  Ayakkabıların pek gıcırmış.
Gıcır: İyi, güzel . Keyfin gıcır mı?
Gıdık: 1- Yumurta 2- Boynun alt bölümü
Gıldır: Iskalama . Çocuk oyununlarında hedefi vuramama.                                                                                                                                         Gıligıli: Ardış ağacının saçma  büyüklüğündeki yenmeyen meyvesi.
Gıpçık: Yerinde duramayan, çok gezinen.  

Gıray: Kırağı  
Gırla: Çok " O dağın sekisinde mantar gırlaymış."
Gıspir, kıspir: Pinti,cimri.
Gıygıy: Keman
Gıygıycı: Kemancı
Gıyık bırakmak: Aralık bırakmak " Gapıyı gıyık bırak."
Gıyılamak, kıyılamak: Bir şeyin kıyılarını dolanmak, kesmek, sürmek...    Tarlayı tırpanla kıyıladım sonra biçerle biçtim.
Gıyran: İnce kum
Gıytırık, kıytırık: Önemsiz, değersiz, kalitesiz ...
Gicikli: Uyuzlu
Gicikli: Yerinde duramayan, sürekli oraya buraya giden. "Ne giciklisin be. Otur oturduğun yerde."
Gidişmek: Kaşınmak.        "Doktor hanım !  Parmaklarımın arası çok gidişiyor." 

Goca: Kocaman, büyük.    " Goca adam oldun. Hala çocuk gibisin."

Gocabuva( kocababa) : Babamızın abisi " Gocanam gocabuvamla elli sene önce evlenmiş."
Gocadam: Koca adam, yaşlı koca . "Gocadam öldükten kelli pazara hiç gitmedim."
Gocana (kocaana): Babamızın abisinin eşi.     "Gocanam bana kazak örüvemiş."
Gocagarı: Kocakarı " Gocagarı, bi çay yap da içem."  " Olur gocadam,yapam ."
Gocuk: İçi yünlü mont, ceket
Gocunmak: Çekinmek, alınmak, kaçınmak
Gorcu : Korucu, köylerde tarlalara zarar verilmemesi ve muhtara yardım etmesi için tutulan görevli.
Göce: Kırılmış, dövülmüş buğdaydan yapılan üstüne kırmızı biber ve kızgın yağ dökülen bir yemek.
Göde: Şişman güvercin .
Göğermek: Ağaçların , yaprakların koyu yeşil olması.
Gök: 1) Olgunlaşmamış    "Bu gök armutları niye topladınız? " 2) Mavi "" Birden karşımızda gök gözlü bir adam belirdi."
Gökyeşil: Yeşil ve mavi karışımı iri  kertenkele.
Gömgök: 1)Hiç olgunlaşmamış 2) Masmavi
Gömülmek: 1) Bir yemeğe hızlıca girişmek  " Adam sofraya bi gömüldü. Ne var ne yok hepsini sildi ,süpürdü."  2) Topa abanarak vurmak .
Gök gözlü: Mavi gözlü
Gölemez: Doğum yapan ineğin ilk sütü.                                                                                                                                                                   
Göt cebi: Pantolonun arkasındaki cep. "Göt cebinde tarak ve ayna , belinde bıçak eksik olmazdı  Süslü Irmazan´ın."
Götlek: Gevşek, bir işe sarılmayan, tembel..    
Götlük: Semerin at ya da eşeğin sırtında durmasını sağlayan kuyruk altından geçirilerek semere bağlanan deri kayış.
Götü: Götür
Götün götün: Geri geri "Traktörü samanlığın kapısına kadar götün götün süreceksin."
Göttüm: Götürdüm.
Göven : Yazın hayvanların etrafında dolanan , çok ses çıkaran iri bir sinek.
Göynek: Uzun ve kollu bez dokuma iç giysisi.
Göyün: Gönül.  "Kızın o çocukta göynü yokmuş." 
Gözer: Kalburdan büyük, iri gözlü elek.
Gözel: Güzel
Gunlamak: Eşek ve atın doğurması.
Gulü: Hindi
Gurcalama: Karıştırma . "Televizyonu gurcalama, bozasın."
Guzugulak: Yol kenarlarında yetişen  kedi ya da kuzu kulağını andıran yenilen bir ot. Madımak
Gübür: Hayvan dışkısı, gübre " Bu gübürlükten yirmi öküz arabası gübre çıkar."
Gübürlük, gübrelik : Hayvanların pisliğinin atıldığı yer.
Gündüzleme: Yaramaz, hayırsız çocuk anlamında.
Gütmek: Büyük ve küçükbaş hayvanları otlatmak.  " Her gün elimizde kızılcık sopası öküz gütmeye giderdik."
Güveç: Toprak tencere .
Güvey: Damat.  " Güvey namaz kılarken gelin tavuğu yemiş."

Hak: Bir tahıl ölçeği. Değirmencinin buğdayları öğütmesi karşılığı olarak aldığı tahıl.   " Bir çuval buğdaydan değirmenci kaç hak alır ki?"
Hambar : Ambar "Ceviz çuvalını hambarın üstüne çıkarın." "Bizim dört gözlü ambarımız beş yüz kile arpa ve buğday alırdı. "

Hambarüstü: Köylerde genellikle kurutulmuş yiyeceklerin konduğu, ya da misafirlerin yattığı altı ambar olarak kullanılan eve eklenti yapı. 
Halka: Simite benzeyen( susamsız)pide hamuruyla köy fırınlarında yapılan delik pide.
Hara, harar: Büyük çuval     
Harlamak: 1)Birden alev almak. 2) Birden bağırıp çağırmaya başlamak.
Harmancı: Harmanda çalışan yevmiyeci işçi.
Harmanlamak: Dolanmak "Harmanlayarak gel."
Harmanlamak: Karıştırmak " Bu ikisini harmanla, kaynat, iç."
Hatıl: Taş ya da kerpiş duvarların arasına konan kalın ağaç .
Hatıp: Hatip, eskiden cuma namazlarını kıldıran din görevlisi. 
Hayat: Salon      " Evin hayatında odalara açılan beş kapı bulunuyordu. Her odada gömme dolap vardı."

Hayın: 1)Yaramaz. " Ne hayın bir oğlu var Fadik´in. 2) Kötülük, hainlik   "Ne hayınlık düşünüyorsun gene ? "

Herşey: Gereksinim, her türlü ihtiyaç maddesi, ıvır zıvırın adı. " Nereye gidiyorsun?" - Herşey almaya gidiyorum.
Heybe : Semere, eyere, omza ardılan iki gözlü torba.
Hırca, hıra: Küçük.  "Hıra geliniyle kınada oynadı durdu."
Hısım: Akraba, dost.
Hıştama: Konuşma   " Hıştama bebek uyanacak."
Hıyar: Salatalık
Hincik: Şimdi
Ho ha : Öküzleri durdurma sözü.
Hodalak: (1) Kaz beslemede kullanılan hamur parçası.
Hodalak: (2) Bükme yaparken artan hamurdan yapılan minik ekmek.
Hol: Fol. Tavuğun istenilen yere yumurtlaması için bırakılan yumurta.
Holdur holdur: Bol          "Bu şalvar holdur holdur oldu bana."
Holluk, folluk : Tavukların yumurtladığı yer.
Homurdamak: Kalın kaba bir sesle birilerini eleştirmek.                                                                                                           
Horun: Fırın
Horuz: Horoz  "Not : Türkçede o  harfi sadece ilk hecede bulunur. O´dan sonra u - a gelir." 

Hoşaf: Kurutulmuş meyve ile yapılan komposto. 

Hoşt: Köpeği kovma sözü.

Hörül hörül: Şiddetli, kuvvetli  esinti. "Pencereden hörül hörül soğuk geliyor."
Höst: Atları, büyükbaş hayvanları uyarma sözü.
Höşnemek: Yorgunlıktan, mutluluktan, huzurdan eli ayağı tutmaz hale gelmek. Kendini bitkin hissetmek.
Hümbe : Guytuk, misket oyununda açılan küçük çukur.

Ibrık, İbrik : Kulplu ve emzikli genellikle bakırdan su kabı. "Büyüklerimiz abdest alırken ıbrığı tutuverirdik. "

Iscak,ıccak: Sıcak
Irgalamak: Silkelemek " Ağacı ırgalayınca ağaçtaki bütün üzümler döküldü." 

Irmazan: Ramazan "Not: Türkçede sözcük başında r  bulunmaz."

İğirmek, eğirmek : Pamuğu, yünü bükerek ip haline getirmek.                                                                                                                                İkile: Yürü git anlamında.     "  Hadi ikile bakalım. Bi daha da gözüme görünme."
İkileme: Sürülerek nadasa bırakılan tarlayı ekimden önce bir kere daha sürme.
İlenmek: Beddua etmek, bir kötülüğünü istemek.
İmanna, ümmaniya : Çok , çok fazla
İneter, anatar : Anahtar         "İneteri kapının eşiğinde ayakkabımın altına koydum."
İnik : Kedi köpek yavrusu, enik
İşlik: Bir çeşit ihtiyar kadın giysisi, tepeden giyme giysi.

Kabak: Şiniğin dörtte biri olan tahıl ölçeği.
Kabaklamak: Ağaçların dallarını budamak.
Kabasak: Anlayışsız , ince düşünceli olmayan. " Ne kabasak adammışısın be. "
Kabayel: Lodos, ılık rüzgar.   " Bu kabayele kar dayanmaz."
Kak: Meyve kurusu

Kama, gama : Ağaç, kaya,taş  yarmak için kullanılan ucu yassı ve keskin demir ya da  sert ağaçtan yapılmış alet.
Kancık, gancık : Dişi    
Kanırtmak, ganırtmak : Bir araçla bir şeyi yerinden oynatmaya, kaldırmaya, yerinden çıkarmaya çalışmak.
Kanlıca, ganlıca : Yenen bir mantar türü.
Karık, garık: Bahçelerde sebzelerin rahat sulanması için açılan kanal. Su yolu. "İki karık domates bir karık biber ektim." "Suyu şu karığa salıver." 

Karmançorman: Karmakarışık                                                                                                                                                                                Kapçık: Ceviz ve bademin sert kabuğu
Kaşay: Kaşağı
Kaydırmak, gaydırmak: Sövmek  "Sabahtan beri  adama kaydırıp duruyor." 
Kayış, gayış : Kemer    " Pantolonumu kayışsız giymem. "       
Kazıycak, gazıycak: Hamur teknesini kazımak için metalden yapılmış ucu yassı kazıma aracı. Badana boyacıların kullandığı spatulaya benzer.
Kelem: Lahana
Keleme: Sürülmemiş , anız halinde bırakılmış tarla.
Kelle: Ekinlerin tanelerinin bulunduğu uç kısmı, başak. 

Kelli: Sonra. "Bundan kelli benim arkadaşaım değilsin. Çok kırıldım sana

Kerpiç: Toprağa saman ve su karıştırılarak   yoğrulup  tuğla halinde kurutulmuş duvar örme  malzemesi. "Kerpiçten yapılmış evlerde büyüdük. Yazın serin kışın sıcak olur kerpiç evler. " 

Kesmik: Harman boyunca kenarda biriktirilip en son harmanı yapılan taneli boğumlu iri saman.

Keş: İyice süzülmüş torba yoğurdunun tuzlanıp kurululduğu sert kalıp.   " Mantıya keş rendeleyiver ana." 
Keşir: Havuç   " Keşir Hacıköyünde yetişir."
Keşkek: Etli dövülmüş buğday yemeği.
Kına: Koyun, keçi gübresi

Kıraşmak: Boynuzlu hayvanların birbiriyle güreşmesi, süsüşmesi.
Kırkmak: Makasla kesmek.    "Koyunları kırkıp Sakarya´nın bir  kolu olan Nardın çayı´nda  yıkadık."
Kırklık, kırkay : Koyunları, keçileri kırkmaya yarayan büyük makas .

Kıs kıs kıs: Köpeğe saldır, ısır komutu.
Kısık : İki dağ arasındaki geçit yeri . " Bu kısıkta bekle sen. Ben tavşan kaldırmaya gidiyorum."
Kıstırma: İki bisküvinin arasına lokum sıkıştırarak hazırlanan yiyecek.
Kış: Kümeste yaşayan hayvanları, uçan kuşları kovalama sözü.
Kışalamak: Kovmak "Bahçemize giren tavukları kışaladım."
Kıytırık: Değersiz
Kızan: Dişi köplerin kızıştıkları çiftleşme zamanı. "Çobanoğullarının köpeği kızana gelmiş. Bütün köpekler peşinde."
Kızışmak: 1)Otların, samanların çürüyerek sıcaklıklarının artması. Yağmuru yiyince yonca balyaları kızışmış. 2) Köpek, kedi gibi hayvanların eş arama zamanı,isteği 
Kile: Otuz, otuz iki kg. buğday alan ağaçtan ya da demirden ölçek. 

Kiriş: Hayvan bağırsaklarından yapılan çok sağlam ip.

Kirlik: Öğrenci önlüğü, iş giysisi.
Kişi: Düğünden sonra düğün sahiplerinin düzenlediği yemekli eğlence.
Konak: Bir düğüne gelen misafir topluluğu. " Nasuhlara konak gittik. Bizi harmanlarda karşıladılar."
Koralmak: Başkaları tarafından gözetilmek, arkalanmak , iyi bakım görmek.
Korunga, gorunga: Çok yıllık pek su istemeyen bir yonca cinsi.
Kölek: Büyükbaş hayvanlarını dört döndüren onların korkulu rüyası bir sinek.
Kölek gelmek : Hayvanların kuyruğunu kaldırarak kölek adlı sinekten çılgınca kaçması, etrafı koşarak dört dolanması.
Köstek: Engel      Adama köstek olma. Önünü aç ki yapacaklarını yapsın.
Kösteklemek: At, öküz arabalarınıın yokuş ağağı hızlı gitmesini engellemek için tekerleklerden birini veya birkaçını bağlamak. " Öküz arabasıyla dağdan odun getirirken babam arka sol tekerleği kösteklerdi."
Kösteklemek: Atların koşmasını, kaçmasını engellemek için iki ayağını birbirine kısa bir mesafe bırakarak bağlamak.
Köstürmek: Yormak.  Atları düven sürerken köstürmüş.
Kösülmek: Yorulmak, nefes nefese kalmak
Kösüre: Nacak, tırpan, orak, bıçak ... gibi kesici araçları bilemeye yarayan tekerlek şeklinde bileyi taşı.
Danişmentli Aza Mehmet, avlusundaki kösürenin önüne bırakılan aletleri bedava bileyleyiverirmiş.
Kumpir: Patates                                                                                                                                                                                                     Kunlamak: Hayvanların doğum yapması.
Kurluk: Odun, tahta... araç gereçlerin  konduğu üstü kapalı yer.Kuruluk, koruluk.
Kuz,guz : Kuzey
Külüstür: Çok eski
Künge: Toz, toprak, çöp , süprüntü. 
Kürümek: Kürekle pislikleri, çamurları, tozu toprağı, kumu çakılı ... kazıyıp atmak.
Küskü : Demir ya da ağaç kaldıraç.

Le: len.  Erkeklere söylenen bir hitap . Al le, koş le, Ne yapın le?

Mana, mahna: Birini yerme, eleştirme. 

Mahna bulmak : Eleştirmek, eksiklik bulmak , bahane .  "Ben cocuğa mahna bulmam. Suç anasında. Çocuğa birşey öğretmemiş ki.""

Manca: Ispanak ve madımak gibi yenilebilen otların genel adı. " Akşama banacak pişir hanım. Manca munca olsun." Halima ( Halim Ağa) / Belkese köyü
Mandamak: Yaşlanmak, ağzında doğru dürüst dişi kalmamak.
Manila: Kalın, uzun kaldıraç demiri.
Mazamorta: Düzensiz, kötü, gelişigüzel, üstünkörü
Mayıs: Bok, yeni çıkarılmış hayvan dışkısı.   "Mayısa basınca kayarak dingabak gitti."
Mayışmak: Gevşemek.   
Meşin: Deri.  "Paralar peşin, kırmızı meşin."
Mera: Bir köye ait ekilmeyen, hayvan otlatılan alan.
Meres: Miras.  " Bu tüfek bana dedemden meres kaldı."
Mertek: Hayvanların üstünde kuruca yatması için ahır tabanına sıkça döşenen yaklaşık iki metre uzunluğunda yuvarlak düzgün ağaçlar.
Met : Çelik çomak oyunu
Meymenetsiz: Suratsız, şekilsiz, hayırsız " Seni meymenetsiz seni!"
Mezberelik: Bakımsız yer " Bu mezberelikte yorgun domuz eylenmez."
Mırt mırt: Yavaş hareket eden
Mile: Misket
Moçu: Topaç.  " Eskiden çocuklar tahıl pazarında moçu çevirirlermiş.
Motor, motur : Traktör " Bu motur bence beş pulluğu çeker. " 
Mozalak, mozak: Kozalak, çam ağacının yenmeyen meyvesi.
Möme: Meme.
Mundar, mındar: Murdar,yenmesi dinen yasaklanmış, pis, kirli
Musmul: Temiz, iyi, düzgün, temiz. helal 
Müzmehel olmak : Ziyan olmak, kullanılmaz hale gelmek.  

Nacak: Balta " Nacağı semere bağladı , tüfeği omzuna astı , beygirine bindi, yıldırım gibi dağa sürdü."
Nadas: Sürülüp ekilmemiş , dinlenmeye bırakılmış tarla. "Küçükken nadasta çok at koştururdum. "
Nallamak: 1) Nal çakmak 2) Birini, bir hedefi silahla vurmak. " Bir atışta hedefi nallayıverdim." " Eşeği nallatıp değirmene gittim."
Naman çok: Çok fazla
Ne arasın : Yok. Yok valla der gibi.   "Bende o kadar para ne arasın." 
Noda: Büyük sap, saman  yığını
Nodul: Üvendirenin ucundaki çivi. 

Nor: Ekşimiş sütün iyiyce süzülüp, sıkıldıktan sonra  kalan kısmına  şeker dökülerek  elde edilen  tatlı.

Oğul: Bir kovandan ayrılan yavru arı topluluğu.
Ohsun: Ne olur, yalvarırım. Lütfen. 

Ok: Arabayı,sürgüyü, tırmığı buyunduruğa bağlayan uzun ağaç.                                                                                                                                    Ok: Öküz arabalarında ön ve arka dingili birbirine bağlayan , dingil aralarının kısaltılıp uzatıldığı uzun ağaç. 
Oklahaç: Oklava.  " Oklahacı unutmuşum fırında."
Okumak: Davet etmek. "İbram dayı oğlunun düğününe bütün köyü okumuş."
Okumak: Sövmek.  " Adamın arkasından ana avrat okumaya başladı."
Olluk : Çeşme sularının içine aktığı hayvanların su içtiği ağaçtan, taştan, betondan havuz.
Ondan kellim: Ondan Sonra                                                                                                                                                                      Osan: Ağır, gevşek, beceriksiz. 
Oturma, otuma : Misafirlik. " Hadi bu akşam Hatma halamlara otumaya gidem. "  "Oturmaya gelsenize gı."

Öküzgötü: Küçük , kırmızı meyveli bir çalı. Kuşburnu
Öleşmek: Paylaşmak, üleşmek
Örencik: Dağlarda, yaylalarda su başı .
Örselemek: Zedelemek
Örtme: Baş örtüsü. Kadınların başını ve vücutlarını üst kısmını örten yazmadan büyük başörtüsü. "Bembeyaz örtmelerini giymiş kadınlar pilav yemek için çayırda yer sofralarına oturmuşlar."
Örüklemek: Tıka basa taşarcasına doldurmak. "  Balta Hasan dondurma külahını  hep örükleyerek veriridi. "
Örüzger: Rüzgar
Öttürmek: Bir aracı, aleti ustaca kullanmak. " Adam motoru öttürüyor, kardeşim."
Ötürük: İshal
Övez: Üvez. Koyulaşınca ve yumuşayınca tatlanan ve yenen alıç büyüklüğünde bir meyve.

Para: Bazen.  "Nasılsın nine?"   "Nasıl olacam oğlum, para iyi para kötü."
Pardı: Ardıç ağacının bodur hali
Pay: Kurban etinden konu komşuya, yoksulara vermek için ayrılan et.
Pay: Köpeklerin yemesi için ayrılmış yiyecek.
Peleze: Nişasta ve şekerle yapılan tatlı.
Pelit: Meşe ağacının meyvesi, palamut
Peşkir: El yüz kurulamaya yarayan ucu püsküllü bez.  

Piliç: Tavuk ya da  horoz olmaya az kalmış gelişkin civciv.
Pontul: Pantolon
Pörsümek: Yumuşamış, diriliğini kaybetmiş.
Pörtlek: Gözleri dışarı doğru çıkmış olan.
Pürçük: Çam, ardıç gibi ağaçların ince yaprakları.

Sabın: Sabun (Not: Türkçede a dan sonra u gelmez a ya da ı gelir. Manavca nasıl da sözcükleri Türkçeye zorlamış.)
Sadıç : Düğünde güveye ya da  geline rehberlik eden kişi.
Sahan: Ensiz tencere.
Sahanlık: Kap kaçak konulan raflardan oluşan duvara tutturulmuş açık ya da kapaklı dolap.
Sakırga : Kene
Salak: Sopa " Köpeği an salağı yanına al."
Salaklama: Kontrolsüz bir şekilde. "Yumruğu yiyince salaklama yere yuvarlandı."
Salavatlama: Uğurlama
Salma: Köyün ortak işlerinde kullanılmak üzere her ailenin gücüne göre köy sandığına ödediği para, ürün, mal...
Samatçalı: Saf, ahmakça
Samut, samıt : Dilsiz, konuşamayan.
Sancak: Salıncak
Sapanga, Şabanga : Atacak, sapan "Oğlum Gaviz, biliççezimi vurmuşun sapangacazının ... saplarım " Halima (Halim Ağa) /Belkese
Saya: Küçükbaş hayvanlarının dağ, kır evi. Ağıl.
Saydırmak: Düğünlerde tabancayla defalarca havaya ateş etmek. "Tabancasını çekti ve saydırmaya başladı. Yüzü bembeyazdı."
Seç: Elenmiş buğday , arpa yığını " Harmandaki seçi çuvallayıp eve getirmeliyiz."
Seki: Dağlarda, tepelerde doğal ya da yapılmış teras.
Seki: Evlerde duvardan duvara uzanan tahtadan, arkalıksız; üstüne minder, duvar kenarına samandan yastık konulan oturma yeri , sedir, divan." Sekiye oturdu. Pencereden dışarıyı seyre daldı."
Selametle: Uğurlama sözü. Sağ salim git anlamında.
Semiz: Sağlıklı, bakımlı hayvan.
Sergen: Tabak, çanak, öteberi koymaya yarayan raf. Evlerde kedinin ulaşamayacağı yükseklikte üstüne şeker , pekmez gibi yiyeceklerin konduğu tavana yakın rafa da denir.
Seyitmek: Seyirtmek, koşmak, koşturmak
Sıçan: Fare
Sığır : Büyükbaş hayvan sürüsü. "Bir Yenipazar panayırında sığır nöbeti bize gelmiş, çok üzülmüştüm."
Sığıra gitmek: 1) Sığırları otlatmaya götürmek. " Abim sığıra ablam kuzuya gitti."  2) Bir hayvanın sığır sürüsüne katılması. " İnekler sığıra gitti öküzler damda. " 

Sıngın: Çekingen, durgun.
Sınık: İçi boş, çürük       "Bu sene başaklar çok sınık." 

Sinsele: Sülale, soy sop.
Siydik: Sidik                   
Siymek: İşemek
Sorma: Bir işin iyi geçmediğini, olumsuz olduğunu ya da tam tersi iyi geçtiğini anlatmadan önce kullanılan bir sözük.  "Nasıl rahat geldiniz mi ? Sorma.
Burnumuzdan geldi bu yolculuk."  Nasıl rahat gittiniz mi Eskişehir´e? Sorma. Hayatımın en güzel, en neşeli yolculuğuydu. 

Söbelen: Kapalı çadır şemsiye, yağmurluk , güneşlik  şeklinde , yenilen beyaz bir mantar türü.
Söbü: Oval, yumurta gibi.       "Kahveye   söbü kafalı bir adam girdi.  "

Söve: Deste arabalarının kenarlarına dikilen ucu sivri , yaklaşık 100-150 cm. uzunluğunda yuvarlak kazık. Desteyi tam sövenin üzerine koy.

Söve: Belli aralıklara toprağa çakılan, ucu sivri, bahçe çitinin tarabalarının tutturulduğu yuvarlak kalın uzun kazık. Bu bahçenin kenarlarında otuz tane ardıç sövesi var.                                                                                                                   

Söyletmelik: Düğünden sonra kız evinde damadı konuşturmak için kız evi tarafından damada vadedilen mal , mülk.. armağan.
Susa: Şose, yol. 
Susak: Kabaktan ya da ağaçtan su tası.
Sümsük: Beceriksiz, mıymıntı, sünepe
Sünge, süngü: Fırının içindeki külleri temizlemeye yarayan ucuna bez parçaları bağlanmış
uzun saplı araç . " Annem süngüyü ıslatıp horunun (fırının) içini temizledi."
Sürgü: Harman yeri yapmak, dövülmüş harmanı toplamak, ekilen tarlada tohumların üstünü örtmek için kullanılan
bir çekiciye bağlı yuvarlak ya da köşeli ağaç. " Beş saatte tarlaya tohumu saçtım, sürgüledim ve beş torba gübre saçtım."

Şak: Parça, bölüm " Odunları Daga İsmail´e   şaklattık."
Şart olsun: Yemin sözü. " Eğer bi kere daha yaparsan şart olsun seni bu köye sokmam."
Şıllık: Aşırı süslü, makyajlı sıradışı giyimli ve sıradışı davranışlı kadın.
Şıvgar: Bir yükü çekmek için arabaya iki ya da daha çok çift öküz , at bağlama. Döşkaya´dan odun getirirken babam ve arkadaşları öküz arabalarını şıvgar koşarlarmış.
Şinik: Kilenin dörtte biri. Yaklaşık 8 kg tahıl alan ölçek. Kabağın dört katı.
Şiptik: İnce tabanlı, topuksuz terlik.   
Şiş: Hayvan gübresi yüklemek için ucunda sivri ince demirler bulunan ağaç saplı şimdiki yemek çatalını andıran kürek. 

Taban tarla: Çok verimli  toprağı olan tarla. "Taban tarlaları kapan kapmış. Sığırtmaç Ali´ye sofra yazacak  yer kalmamış köy yakınlarında."
Tabiyat: Huy "Tabiyatın kurusun emi."
Takka: Şapka.  "  Yukarı köylü Yantakka Mehmet agadan aldım beygiri." 
Tafra: Surat asma. " Tafrasından adamın yanına varılmıyor ki."
Tara: Odun kesmek, dal budamak için kullanılan ucu eğri satır.
Taraba: Parmaklık " Tavuklar bahçenin tarabalarından atlayıp komşu bahçeye geçmişler."
Tarna: Tarhana " Abim sabahleyin tarhana çorbası içmeden kahvaltıya geçmez."
Tellal: Bir duyuruyu halka yüksek sesle duyran kişi. " Susun len tellal ne diyor, bi duyalım."
Tellik: Terlik
Temre: Bir deri hastalığı. " Çocukken elimizde yüzümüzde çok temre çıkardı. Biz de Hacıpeder´in Ali abiye Yenipazar  pazarında  arpa götürerek okuturduk."
Tepeleme: Sıkıca doldurulmuş hatta üstünde tepe oluşmuş şekilde. 

Tepelemek: Dövmek

Teskere, tezkere: Dört kollu iki kişiyle taşınan kum, çamur, taş ... taşıma aracı. "Kerpiç kesen adama teskereyle çamur taşıdık."
Teyyare: Uçak
Tınaz: Düvenle dövülmüş taneli saman yığını. "Rüzgar çıkınca tınazı savurmalı."
Tıpa: Tapa . Şişe gibi ağzı dar kapların ağzını tıkayan naylon, mantar, bez... ağaçtan yapılmış tıkayacak, tıkaç. 

Tırıvırı: Önemsiz
Tırkaz: İlkel kapı kilidi
Tırkışlı: Hastalıklı " Bu oğlak çok tırkışlı şunu kesip yiyelim."
Tırsmak: Ürkmek, çekinmek, korkmak.
Tille: U harfi şeklinde semerin iki yanında bağlı üzerine yük sarılan urgan.
" Tilleye odunları döşedikten sonra tilleyi semerin kaşlarına bağladı."
Tirildemek: Soğuktan üşüyüp kımıldayıp durmak, titremek.
Tirildemek: Çiftetelli oynarken omuzlarını öne arkaya, sağa sola hızlıca hareket ettirmek.
Tokaç: Çamaşır yıkarken çamaşırları dövmek için kullanılan kısa kalın yassı tahta tokmak.
Toklu: Henüz doğum yapmamış gelişmiş dişi kuzu, genç koyun.
Tokmak: Koca kafalı, uzun saplı ağaçtan balyoza benzer dövecek .
Tombak: Tombul
Tongur: Ucuna elma geçirilmiş ve bayrak asılmış bir sırıkla düğünlerde düğünün gidişatını , gelenek ve göreneklerin sırayla uygulanmasını sağlayan görevli kişi. 
Topuklamak:  Topuklarıyla atın karnına vurup atın hızlıca giitmesini istemek.  Hızlıca yürütmek, yürümek.  
Torba yoğurdu: Süzme yoğurt .  "Anam ekmeğime torba yoğurdu sürüverdi."
Tosbay, tosbağa: Kaplumbağa
Trampa: Bir malı başkasının bir malıyla kafa kafaya ya da üste para alarak veya vererek değiştirme.
Tumba: Pancar " Eskiden tumba pekmezi ile yoğurdu karıştırarak yerdik." 

Tulu: Dolu     Bir anda ceviz büyüklüğünde tulu yağmaya başladı.
Tutacak: Sıcak kapları tutmak için kullanılan bez.

Uçkur: Donu, şalvarı belde tutmak için bağlanan kalın yumuşak ip. " Evin anahtarını uçkuruna bağladı , düğün evinin yolunu tuttu." 
Urba: Elbise

Üfürmek: 1) Üflemek 2) mec. Abartmak
Ünnemek: Seslenmek, çağırmak
Ürfet: Rıfat   " Ürfet aga, sevdiğim kızı kaçıracağım. Bana iyi bir tabanca ve iyi bir at lazım. "
Üsen: Hüseyin 
Ütülmek: Çocuk oyunlarında kaybetmek.
Üvendire: Öküzlere dürtmek için yapılmış ucunda sivri çivi bulunan uzun değnek.

Vıcık vıcık : Çok terli, sulu "Lastik ayakkabılarımızın içi vıcık vıcık olurdu."

Yaba: Saman doldurmak, tınaz savurmak için kullanıla parmaklı ağaç kürek.
Yağır: Çok kirli, yağlı kir " Ceketinin yakası yağır gibi olmuştu."
Yalabık: Pürüzsüz
Yalak: Hayvanların yem yedikleri, su içtikleri ağaçtan oluk.
Yalama: Dudakları kuru, çatlak
Yalama: İki yüzlü
Yamık: Yamuk 

Yarsımak:    Özenmek, öykünmek, heveslenmek, istemek...Çalgıcılığa yarsıma. Okulunu oku.
Yaslahaç: Hamur açılan dikdörtgen geniş tahta .
Yastık: Öküz arabalarında dingilin üzerindeki kalın ağaç.
Yavan: Ağır, gevşek, yeteneği kıt kişi. " Yavan mı yavan bir kocası var Ayşe´nin."
Yavrı: Yavru 
Yavuklu: Sevgili
Yavız : Yavuz. Güzel, iyi,  kaliteli "Gocuğun pek yavızmış." " Pantolonun pek yavız."  Not: Türkçede a  dan sonra a ya da ı  gelir. 
Yazma: Kadınların başlarına bağladıkları küçük örtü, baş örtüsü.  "Yazmayı başına bağladı sokağa fırladı."
Yazmak: Hamur açmak
Yazmak: Yaymak, sermek "Yatakları yazdın mı ?"  "Sofrayı yazan kaldırsın."

Yeğni, yeyni: Yaramaz, ağırbaşlı olmayan.  " Ne kadar yeyni bir çocuk. Anasının burnundan getirdi." 

Yeğni: Hafif

Yeldirmek, yerdirmek: Bir başkası hakkında dedikodu yapmak, çekiştirmek, eleştirmek. Döndü teyze "Hep başkalarını yeldirir, kendi kusurlarını görmez." 
Yeldirmek: Dolaşmak, koşmak, gezinmek   "Orada burada yeldire yeldire akşamı yaptı."

Yemiş: İncir   "Yemiş ağacının gölgesi koyu olur."
Yetmek, yedmek : Bir hayvanı yularından tutup götürmek. 

Yılgın: Su kenarlarında yetişen ince yapraklı küçük boylu ağaç. "Eşeğini Süzmençayı´nın kenarındaki yılgınlara bağlayıp pazara gitti."
Yi: Ye           "Yi yiyebildiğin kadar. Yiyinti bol nasıl olsa."  "Ekmek buldun yi sopa gördün kaç , derdi dedem."
Yivcik: Kumaş parçası.
Yosturmak: 1) Dövmek, korkutmak amacıyla amansızca kovalamak. 2) Gezmek, dolaşmak. "Orda burda yosturup duracağına bir iş tutsana oğlum. "
Yumak: Yıkamak " Bulaşıkları yudun mı , kızım ?"
Yunak: Çamaşır yıkamak için yapılmış yapı.   "Yunakta iki kazan çamaşırı kaynatıp yudum."
Yunmak:Yıkanmak. 
Yumurmak: Yoğurmak.  "Fadime abla hamurunu yumurdun mu? "
Yüklü: Gebe kadın.
Yüklük: Evlerde yatak yorgan, öteberi  koyulan büyük gömme dolap.
Yülemek: 1)Kazımak 2) Kesici aletlerin ağzını düzeltmek, bilemek.
Yüzgörümlüğü: Gerdek gecesi duvağını açmak için güveyin geline verdiği takı, hediye.

Zamzort: Yaramaz, bir iş tutmayan.  
Zevley, zevle : Öküzün boyunduruktan çıkmaması için boyunduruğa geçirilen değnek.  
Zıngıldamak: Kımıldamak, titremek.  "Doktor bey, dişimin biri zıngıldıyor."

Zıpçık gibi: 1) Çok zinde, hareketli , tay gibi.  2) Dar giyim.  "Pantolonu  zıpçık gibi ceket holdur holdur..." 

Zırlamak: Ağlamak       " Zırlayıp durma. Panayır gelince alacağız dedik ya. "
Zırtaboz: Tembel, düşüncesiz, saygısız. 
Zırzop: Uçarı. delidolu

            Katkıları için Egün Özmen´e teşekkür ederim.           

    12.05.2018    Zeki Güven        Yenipazar / BİLECİK                                                                                                                                                                                                                      

Selçuk Bodur
18.04.2020 12:21:39
Mandam: tamamen /hepsi anlamında Yani: bize mandam çay getir Hösle: çatı