“An”, durmamacasıya başlangıçlar ve sonlanışlar içerir.
Herşey “an”da başlar, “zaman”da akar ve yine bir “an”da sonlanır.
“An”daki başlangıçların sınırsız sonsuzluğu, yine belirli bir “an”da bu dünyaya gözlerini açıp nefes alıp vermeye başlayan “özne”nin “kendi”ni ve çevresini ve çevrenini “an”layabilme mücadelesi de asla “an”lamlandıramadığı bir “an”la sonlanır.
“Özne”nin varoluşsal zaman boyutundaki birkaç saniyelik ömrü, hiçbir kayda değmeyecek kadar “an”lamsızdır. Asla bulamayacağı “kendi”ni nereye koyacağını bilememesi bundandır. Gelir, geldiğinin farkına varır, gideceğine inanmasa da gider ve gittiğini bilemez.
“An”lamı “an”layıp da “an”lamlandırabilmesi “kendi”sinin dışındadır, ötesindedir. Duyu organlarının izin verdiğince gerçekliği kavrayıp “an”latmayı dener; ama boşunadır.
Yaşamın ve varoluşun “an”lamını sorgulamasının sonunda varacağı yer, “an”lamın yalnızca “kendi”sinin tanımlayabilme yetisiyle sınırlı olduğu noktasıdır.
Öznenin en yaşamsal ve ölümcül yanılgısı, “an”ın birlikte yaşadığı insanlarca da aynı yalınlıkta “an”laşıldığına inanmasıdır. Oysa “an”ın algısı bireyseldir, toplumsal değil. Bu da çokluğun korunaksızlığının ve kolayca yanıltılabilmesinin en basit tanımıdır.
Gördüğüne “deniz” der, oysa “an”lam denizin içinde, derinliklerindedir; “toprak” der, oysa “an”lam toprağın görünmezliklerindedir; “hava” der, oysa havayı yalnızca soluyabildiğincedir.
Özne, “an”lamı “an”lamlandırabildiğince “an”layış edinir ve yaşamını bu çerçevede biçimlendirerek ölünceye dek mücadele eder.
Tek tek öznelerin nicel ve nitel toplamından oluşan toplumsa birlikte yaşayabilme “an”dını koruyup geleceğe taşıyabildikçe varlığını sürdürebilir.
“An”dolsun ki, birlikte yaşayarak oluşturulan yüksek kültürler “an”lam kazanarak zaman nehrinde akadursun!
Fikret Yıldırım
“An”ın “An”ısına