FİKRET YILDIRIM


ARABESK

.


Arabesk dendikte, sözcüğün içerisindeki “Arab” kökünden de anlaşılacağı gibi “esk” yapım eki ulanarak “Arap ile ilgili”, “Arapvari” anlamını içerdiğini hemen görüveriyoruz. Bu “esk” ekine bir başka örnek de Franz Kafka’nın biçemine göndermeyle “kafkaesk” denilegeldiğidir. 

Genelde islam kültürünün özelde de islamiyeti benimsemiş çeşitli Türk halklarının yaşam biçimlerini derinden etkilemiş olan ve halen de etkileyen Arap kültürünün, yüzlerce yıl önce Orta Asya’yı kuraklık ve kıtlık gibi yaşamsal zorunluluklarla terk ederek Anadolu’daki çeşitli kültürlerle evrilme yoluyla günümüz Türkiye’sindeki tabloyu resmettiğini söylemek yanlış olmayacaktır. 

Özellikle İkinci Dünya Savaşı’nın ağır küresel yıkıntılarının altından çok ağır faturalarla çıkmaya çalışan insanlığın Anadolu topraklarına düşen yükünü de görece sanayileşmeye koşut olarak başta İstanbul olmak üzere, Ankara, İzmir, Adana ve Bursa gibi büyük kentlerdeki fabrikalarda iş ve aş bulma amaçlı göçler oluşturmuştur. 

İşte tam da bu kitlesel göçlerle büyük kentlerin varoşlarına yerleşen “köylü/kasabalı” insanımız, kendisine çok yabancı olan kent kültürü içerisindeki varoluş mücadelesinin ilk yıllarında, memleketinden getirdiği özgün kültürüyle yabancısadığı ve yabancısandığı yeni yaşam alanında, eski ile yeninin çatışma diyalektiği içerisinde, giderek kendisine de yabancılaşmaya ve yalnızlaşmaya başlamıştır. Bunun kitlesel boyuttaki en göze çarpan yansıması ise “müzik”te  görünmüş, çaresizlik, sevgisizlik, gelecek kaygısı, kabul görmemişlik, ötekileştirilmişlik vb. gibi depresif biçim ve biçemdeki “şarkı”larla bir türbülansın içinde buluvermiştir kendisini. 

Arabesk bayrağını Türkiye sınırları içerisinde ilk eline alan Orhan Gencebay, 1960 ve 70’lerin Mısır ve Orta Doğu’sunda popüler Arap müziğinin önde gelen sanatçısı Abdülhalim Hafız’a (21.06.1929 Kahire - 30.03.1977 Londra) öykünüp türkülerimizin lezzetine acı soslar dökme özgürlüğüyle Türkiye insanına sevdirerek kendi popülaritesini arttırmış, ardından gelen taklitçileri ya da farklılıklarını gösteren Ferdi Tayfur, Müslüm Gürses, İbrahim Tatlıses, Küçük Emrah vb. gibi “sanatçılıkları toplumca”(!) tescillenen bir ayrık otu kültürünün öncüsü olmuştur. 

Bu arabeskleş(tir)me süreci bir yandan da “Modern Türkiye” projesine ta başından beri karşı olan küresel emperyalist kültürün inisiyatifi çerçevesinde yol almış, 12 Eylül 1980 kozmik kod darbesiyle de “nirvana”sına ulaşmıştır. 

Bugün artık “Arabesk”imiz tatlı soslu, pudra şekerli ve kremalı bir müzik türü olarak yeni kuşak gençlerimizin zihinsel kimliklerinde tatlı tatlı esip geçmişleriyle bağlarını kopartmak için tüm sofistik yöntemleri kullanmaktadır. Bunları söylerken hiç de karamsar olmadığımı vurgulamak zorundayım. 

1980’lerde elinde bağlamayla dolaşmaktan çekinen, utanıp sıkılan gencimiz bugün artık bağlaması sırtında gerine gerine ve gururla kendini gösterebilmekte, arz-ı endam edebilmektedir.

Özcesi, türkülerimiz ve şarkılarımız, tıpkı koronanın da er ya da geç yenileceği gibi, zamanın tüm patolojik yıkıcılığına ve yokediciliğine inat kendini ileriye götürecek yolunda ödünsüzce yürümektedir. 

Arap müziği, köklü bir kültürün müziğidir; Arabesk ise onun boz(dur)ulmuş bir türevidir. Yok olmaya mahkumdur.

Fikret Yıldırım

Foto | ozcekim.com.tr