UNUTULMAYANLAR / ARİFA ( ARİF ESEN 1915-1999)
Arifa, Nasuhlar köyünden. Anasından babasından pek mal mülk kalmamış yoksul ve yalnız bir adam. Uzun boylu, zayıf. Kendi çapında çiftçilik yapıp hayata tutunmaya çalışan biri. En önemli özelliklerinden biri de düşüncelerini karşısındaki kişiye sakınmadan ve dolaysız olarak ifade etmesi. Karşısındaki kişi arkalı bir muhtar - aza, ulema bir imam - öğretmen, çok yetkili bir amir - memur ... hatta başbakan, reisicumhur olsa farketmez. Arifa´dan nasibini alır. Böyle korkusuz ve net bir adam.
Bu yazımda da Arifa ile ilgili yöremizde anlatılan birçok olaydan Nasuhlar muhtarı Mehmet Keskin´den duyduğum ikisini öyküleştirdim.
KUYUYA KAÇAN KOVA
Ellili altmışlı yıllar... Arifa ve Nasuhlar´dan iki arkadaşı amelelik yapmak için gurbete çıkarlar. Pamukova taraflarına gelirler. Bağlarda bahçelerde çalıştıktan sonra bağ evi yapmak isteyen bir adamla bin tane kerpiç kesmek için anlaşırlar.
Kerpiç yapmak için gereken toprak, saman su herşey hazırdır. Su tarlaya dar bir arktan kol kalınlığında gelmektedir. Su kesilirse de tarladaki kuyunun suyu hem içme suyu hem de kerpiç kesmek için kullanılacaktır.
Adam (ağa)kerpiçleri nereye dökeceklerini ayrıntılı bir şekilde anlatır. Son olarak da kuyunun başına gelir . Orada bakırla suyu nasıl çıkaracaklarını , bakırı çekerken çok dikkatli olmalarını , bakırın çok pahalı olduğunu , kuyuya kaçırmamalarını sıkı sıkı tembihledikten sonra : " Size kolaylı gelsin ." deyip çeker gider.
Arifa ve arkadaşları kerpiç başına anlaştıkları için işe hızla girişirler. Toprağı saman ve suyla karıp kalıplara koyup ağanın söylediği alana kurumaları için dökerler. İş çok randımanlı gitmektedir. Toprak ,saman , su malzeme bol ve iş kaçıyor. Amele yevmiyelerini neredeyse üç katına çıkaracaklar bu gidişle. İş çok ağır olmasına karşın herkesin yüzü gülmektedir..
Yalnız ikindiye doğru bir terslik olur. Su argının suyu kesilir. Kuyudan su çektikleri bakır kovayı da kuyuya kaçırırlar. Hepsinin tadı kaçar, canları sıkılır. Kovayı kuyunun dibinden çıkarmaları imkansız. Başka kova da yok !
Kuyunun etrafına çökerler. Ne yapacağız ne edeceğiz derken ağa görünür tarlanın başında. Yanlarına gelir. İşçilerin çalışmadığını görünce doğru kuyunun başına gelir. Kuyuya bakar. İpin ucunda kova yoktur.
Çok kızar. "Ben size demedim mi ? Sizi uyarmadım mı ? Dikkat edin demedim mi ? Ne salak, ne hayvan adamlarsınız ?" ... diye konuşur durur. Yani hakaretin bini bi para.
Amelelerin başları önde ve boyunları büküktür. "Koskoca adamlarsınız bir kovanın hakkından gelemediniz. Bir de ameleyiz deyip uzana uzana ta buralara kadar gelmişsiniz. Hayvan herifler . " deyince Arifa dayanamaz ; bir ok gibi yerinden fırlar :
" Ağa ağa! Bana bak... Bana Bilecik vilayetinin Gölpazarı kazasının Yenipazar nahiyesinin Nasuhlar köyünden Deli Arif derler. Ben adamın a..na gorum. Kafamın tasını attırma. Adabazarı´ndan bi gamyon kova alır getirir yıkarım aha bu kuyunun başına. Sen kime hakaret ediyorsun? " diye gürleyip ağanın üzerine yürüyünce ağa kuyruğunu kıstırdığı gibi soluğu evinde alır.
BUNA PARA DERLER
Gene ellili altmışlı zor yıllar. Fakirlik had safhada. Arifa, en büyük hayalini gerçekleştirmiş ; zar zor iki düve yetiştirmiş. Düveleri inek yapıp memelerini sıkacak ; süt , yoğurt, peynir ihtiyacını giderecek.
Bir yaz günü buzlacı düvelerini köyün içindeki çeşmeye suya götürürken köy meydanında bir kalabalık görmüş. Sakarı´dan ( Sakarya nehri boyundaki bize yakın Karaoğlan, Çayköy, Gümele ... yerleşim yerleri) üzümcüler gelmiş . Üzüm satıyorlar. Onlara takılmış biraz.
He hoş derken Arifa´ dan bu iki düveyi istemiş Sakarılılar. Olurdu olmazdı. Üç aşağı beş yukarı derken sıkı bir pazarlıktan sonra Arifa sütten yoğurttan vazgeçip sütünün de yoğurdunun da deyip iyi bir paraya satmış düveleri. Parayı bağbozumundan sonra ödemek üzere anlaşmışlar.
Güz gelmiş, bağlar bozulmuş. Arifa Sakarı´ya gitmiş , düvelerin parasını almış. Bir kucak para. Paraları bir ekmek boğuna bağlamış. Elinde sallaya sallaya yürüyerek Yenipazar´a gelmiş. Yorgun argın fakat büyük bir gurur ve özgüvenle kendini bir kahvehaneye atmış .
Kahvenin ortasındaki bir masaya oturmuş. Boğu masanın üzerine koymuş. Sandalyeye yaslanmış. Bacak bacak üstüne atmış. Biraz beklemiş. Ne selam veren var ne hoş geldin diyen. Sanki kahvedeki kimse onu görmüyor. Biraz daha beklemiş ...
"Ya arkadaş nereden gelip nereye gidiyorsun?" diyen yok.
İçi içini kemiriyormuş. "Hadi beni görmüyorsunuz ? Şu koskoca boğu da mı merak etmiyorsunuz? " demiş kendi kendine.
Kahveciye yüksek sesle seslenmiş: "Kahveci efendi ! Demli bir çay." Kahveci çayı getirmiş. Şangır şungur karıştırıp içmiş çayını. Sağına soluna bakmış. Kahvedeki herkes kendi hallerinde. Masalardakiler birbirleriyle konuşmakta.
"Hayrola Arifa." diyen yok.
"Yav arkadaş o boğun içinde ne var.? " diyen de yok.
"Ülen bi kişi de sormaz mı?" demiş. Çok bozulmuş.
Nihayet bu ilgisizlik canına tak etmiş. Kahvede bir ara sessizlik olmuş. Birden ayağa fırlamış , boğu eline almış: " Ey ahali ! Bilin bakalım bu boğun içinde ne var? " diye bağırmış. " Bilirseniz bütün kahveye benden çay..."
Kahvedekiler:
- Ekmek, peynir var,
- ...
- Yemiş ( incir) var,
-...
- Üzüm var.
- ...
- Ekmek ve keş var. - Zerdali var. - Armut var.
-...
- Allan Allah başka ne olabilir ? Tütün mü ?
" Hiç biriniz bilemediniz." demiş Arifa. Boğu masanın üzerinde çözmüş. Para demetlerini iki eliyle avuçlayıp yukarıya doğru kabartıp, atmış.
" Buna para derler a.. na godumun para..."
Yaşadığı dönemde yöremizin çok renkli bir simasıydı. Allah rahmet eylesin... Bu dünyada yaşayamadıklarını, göremediklerini öbür dünyada yaşar görür inşallah. Zeki Güven