FİKRET YILDIRIM


BAKIŞ

Bakış


Gözleri olan ve görebilen her bir hayvan ya da insanın yaşama karşı bir duruşu, bir eylemidir bakış. "Bakış", "bakmak"a göre daha kısa bir süreyi dilegetirir ve bir "söyleyiş", bir "konuşuş"tur aynı zamanda.

Görebilen herkes bakabildiği halde, herkesin aynı şeyi gördüğünü söylemek bir yanılsamadır. Bu, en yalın örnekle binlerce kişinin aynı anda baktığı bir futbol topunun bakanların toplamınca çeşitlilikte algılanmasında olduğu gibidir.

Aynı öznenin baktığı aynı şey, değişik zaman ve anlarda aynı şey olarak görünmez. Bakılanın cansız bir nesne olması durumundaysa, söz konusu ortamdaki ışık ve bakılan şeyin zamanla yıpranmışlığı etkendir.

Bakmak, bilseme, öğrenseme, bilgilenme gibi çeşitli nedenleri kapsar. Oysa "bakış", bir tür anlatmadır, demedir. Gündelik yaşamlarımızdaki sayısız kereler göz göze gelerek sözsüzce bakıştığımız anları bir düşünmeniz bile yeterlidir. Artık çoktandır kentlerde beton yığınlarının içerisinde doğadan kopuk olarak yaşayan birçoğumuzun yanlarında beslemeye başladıkları kedi ve köpek gibi yaşam yoldaşlarıyla tamamen "bakış" diliyle anlaşabilmeleri bunun en somut kanıtıdır.

Açlık-tokluk, üzünç-sevinç, mutsuzluk-mutluluk, acıma-öfke gibi tüm bu duygusal ve ruhsal durumlarımız, çoğu zaman hiç bir söz ve yazıya gerek duymaksızın "bakış"larla yansıtılabilmektedir.

"Öyle güzelki gözlerin, bakmasını bir bilsen" şarkısındaki ilân-ı aşkın yanına bir de Celâleddin-i Rumî'nin "Gerek yok her sözü lâf ile beyana; bir bakış bin söz eder bakıştan anlayana" sözünü eklersek "bakış"ın belki de konuştuğumuz ilk ve en eski dilimiz olduğunu söylemek hiç de yanlış olmayacaktır.

Umar ve dilerim ki, bugünün sanal ve dijital zamanları, bu en arkaik dilimizi bizlere unutturmasın, bakışlarımız asla şaşılaşmasın!

Fikret Yıldırım

Görsel | www.yenisoluk.com