FİKRET YILDIRIM


BEKLİYOR

.


Gözleri kapalı. Çift kişilik yatağın ortasında, iki gündür ağrı dindirici ile uyutulduğundan geleni gideni duyup duymadığı anlaşılamıyor.

Dingin bir pazar sabahında, bahçedeki kuşların sesleri, sessiz odanın açık penceresinden içeriye süzülerek akmakta olan zaman nehrindeki ânın farkındalığının tek tanığı oluyor.

Kızı, küçük oğlu ve gelini başucunda, eşi ve akrabaları, komşu ve dostlarıysa salonda, kimi ayakta kimi oturmuş başları önlerine eğik susuşuyorlar. Üç çocuğundan ilki olan büyük oğluysa çok uzaklardan yanına gelebilmeye çalışıyor.

Büyük oğlunu bekliyor.

Evin kapı zili çalıp da her içeriye giren ağlamaya başlıyor, biraz sonraysa o son gelen de susanların arasında yerini alıyor.

Gelenler gidenler, oturanlar kalkanlar, göz göze geldikçe gözyaşlarını tutamıyorlar.

Gecenin yarısı oluyor.

Belki de, büyük oğlunun henüz vize alamadığını duyarak gelemeyeceği düşüncesine teslim olduğundan beklemekten vaz geçip ömrünü adadığı ailesine veda dahi etmeden edemeden, gözlerini bir daha açmamak üzere, son nefesini alıp son kez vererek son uykusuna dalıyor.

Büyük oğlunu bekleyemeyen annenin yanıbaşındaki oğlu, gelini ve kızı ve elli yıllık hayat arkadaşı, bu hiç beklemedikleri son karşısında ne yapacaklarını bilemeden sarsıla sarsıla birbirlerine sarılıp son kez uyumuş annenin ardından, varolmanın kaçınılmaz yazgısı önünde boyunlarını büküp kendi içlerine yıkılıyorlar.

Evin direği yıkılmış, rotası kaybolmuştur şimdi.

Gelecek, her gidenin ardından olduğu gibi, kalanlara ağlarını örmeye devam ediyor.

Fikret Yıldırım ©

Edvard Munch | Ölüm Döşeğinde 1893