FİKRET YILDIRIM


BELKİ DE

.


Kendini katardı insan yaşadığı yere, dokunduğu eşyaya, baktığı çiçeğe, yarattığı sanat eserine, inşa ettiği binaya, tapınağa, bulunduğu zamana; ruhunu bulaştırırdı oturduğu kahvehaneye, bara ya da demlendiği meyhaneye. 

Bir “kendilik ruhu”, bir “kendilik havası” sinerdi her şeye, mekâna ve muhabbete. Anımsandıkça tatlı bir gülümseyiş yayılır yüzlere ve büyümüş gözbebekleri ışıldardı gözlerde.  

Duvarcılar, türkü söyler gibi örerlerdi duvarları, uyuyakalmış bir bebeğin üzerini örtercesine çatarlardı çatıları... 

Çiftçiler, köylüler bir senfoni bestelercesine sürerlerdi toprağı ve ekip biçerlerdi hasadı...  

Babalar Tanrıcasına sahiplenirlerdi ailelerini, güverte direği gibi dik dururlardı hayat gemilerinin... 

Analar Kibelecesine şefkâtli, güçlü ve bereketliydiler, çocukları ve torunları için... 

Hangi toplumsal konum ya da meslekten olursa olsun herkes, binyılların birikimi ideal insana ilişkin en ince ayrıntısına dek benimseyip sergilemeye çalışırdı toplumsal rolünü... 

Sonra, sonra ve birdenbire bu insan yok oluverdi yeryüzünden. Tek avuntumuz, henüz ayak izlerinin duruyor olması bu insan türünün. 

Kim bilir belki de bir gün tüm izleri yitip gidecek küresel bir fırtınanın ardından... 

Ya da belki de hep birlikte göreceğiz insanlık mabedini, belli belirsiz bulutların arasından... 

Fikret Yıldırım 

Görsel | insanveevren.wordpress babil-ve-babil-kulesi