EROL ERKEN


CUMA SOHBETLERİ

CUMA SOHBETLERİ


CUMA SOHBETLERİ

Âdemoğlu âleme üryân gelir, üryân gider
Nâle vü efgân ile giryân gelir, giryân gider.

Taşlıcalı Yahya

Aklıma koydum, bu yazı mutlaka okunacak. Okunacak da maharet, okuyan zat-ı muhteremi bulmak. "Bu yazı " dediğimiz Taşhan'ın kapı üstündeki kitâbe...
Çarşı camiinden vakit namazları çıkışı, özellikle ikindi namazları sonrası gözüme kestirdiğim bir hocanın koluna girip Taşhan'ın önüne götürmekteyim.
-Hocam, bu kitâbeyi okumak mümkün mü acaba ?.
Uzun uzun bakıyor kitâbeye hocam.
-Okuyamadım Erol efendi , diyor. Yazılar bir hayli kırılıp silinmiş...Denemeler böyle sürüp giderken aklıma iki mollanın hikâyesi geliverdi.
Medreseye Anadolu 'dan yeni gelen bir molla adayı neredeyse icazet almaya yaklaşan bir danişmende rica etmiş selatin camilerini ziyaret için. Epey dolaşıp bir camide öğle namazı çıkışında gözü kapı üstündeki yazıya takılmış yeni mollanın. " Hocam , demiş burada ne yazıyor ?.
Danişmendliğe aday molla biraz göz gezdirmiş kitâbeye;
-Bilmiyorsan farisî, gitti dinin yarısı , deyivermiş bir solukta.
Biz şimdi Çarşı Camii, Taşhan diyoruz ya geçen haftaki deyimi tekrar edeceğiz ister istemez. " Galat-ı meşhur, lugât-ı fasihten evlâdır " demişlerdi eskiler. Yani, yanlış da olsa yaygın olan söz kullanılmayan doğrudan iyidir, manâsı çıkıyor bu Osmanlıca deyimden. Mihalgazi Camiini, çarşı camii, Mihal Bey hanını Taşhan olarak değiştirip Galat-ı meşhur yapmışız. Ayni sınıftan Reşadiye 'yi , Yeniköy yapanları da bir kutuya koymuştum diğerleri gibi. Bir gün Osmanlı arşivlerini tararken ne göreyim ?. Kasabaya bitişik bir köy varmış bir zamanlar ve de ismi Karye-i Cedid , yani Yeniköy değilmiymiş... Zamanın yöneticileri " bu Karye-i Cedid kasabaya pek yakın, gelin bunu mahalle yapalım " demişler ve de 29- Mart- 1334 tarihinde ismini tahtın sahibi Sultan Reşat'tan kinâye Reşadiye yapıvermişler...
Biz bundan gayri Mihal Bey hanı,ve Mihal Gazi camii deyip sohbete kaldığımız yerden devam edelim.
Bilgisayar denen alet henüz bizim kasabaya ulaşmamışken biz Kaf dağının arkasına da bakıp yazıyı okuyacak hoca aramaktayız. Kışın başlangıcında bir akşam kahvede kasabaya yeni bir vaizin tayin haberi ulaşıverdi. Belediye iş hanında Diyanet Vakfının odasında ikâmet etmekteymiş.
Receb'in " çayı yarım bırakmış, beğenmedi zahir " sitemini beklemeden çıktım kahveden.
Bizde adettir. Yeni tanıştığımız kişinin öz geçmişini bir tamam ezbere alırız. Nerelidir, kaç yılında doğmuştur, hangi mektep mezunudur, nerede ikâmet eder, kaç kardeşi vardır gibi İnsan Kaynakları Müdürlüğünün bile sormadığı bilgileri öğrenir, ondan sonra hâl hatır sorarız.
Tamam, dedim içimden. İşte aradığım adam bu... Allah duamızı kabul edip bu muhteremi ayağımıza gönderdi. Eğer on üç sene medresede okuyup ardından Yüksek İslâm Enstitüsünü bitirmişse kitâbeyi bundan başkası okuyamaz."Dervişin fikri neyse zikri de odur " ya diğerleri pek aklımda kalmadı anlattıkları. İki çay içip " yeni vazifeniz hayırlı olsun " temennisiyle ayrıldık vakıftan.
Fehmeddin hocamla samimiyeti artırmaya çalışmaktayız. Aklı erenler " hatır işleri samimiyetle doğru orantılıdır " diye boşuna dememişler. Ailesi İstanbul 'da olduğundan sohbete ayrılan vakitler çoğunlukta ... Sohbette, karşıdaki kişinin çok konuşması " müsaade et Aziz " diye kesilirken " hepten aykırı fikirler " Allah razı olsun, ne güzel söyledin " diye karşılık buluyor.
Bir ikindi namazını müezzin mahfilinde kıldık, dışarıya çıkınca koluna girdim.
-Hocam, dedim. Şu karşıdaki hanın kitâbesini uzun bir zamandır okutacak kimse bulamadım. Bir de siz baksanız...
Yürüdük, hanın kapı önüne geldik. Bir zaman alıcı gözüyle baktı kitâbeye.
-Kolay, dedi Erol efendi. Kolayı önce bunu bir yıkasak, ve de yakından bakmak için bir merdiven bulsak.
Kolay mı ?... Yahu biz bunu okutmak için ne zahmetlere katlanmışız . Kolay... Ne güzel bir kelâm....
-Siz burada kalın hocam, dedim. Ben istediklerinize bir bakayım.
Cami yanındaki manifatura dükkânına doğru atıldım. Merdiven... Dükkâna girince aklıma geldi. Telefonu rica ettim. 112 yi çevirdim.
Uzun bir hikâye de ayrıntıları atlayıp sadede gelelim. İtfaiye aracı bir kova su bir de fırça ile beraber geldi. Sepete beraber çıktık Fehmeddin hocamla. Ben diyeyim kırkbeş dakika, siz biraz indirim yapıp yarım saat deyin...
-Okudum, okudum diye bağırdı hocam. Siz bendeki sevinci vurun teraziye...
-Allah razı olsun hocam , hemen yazalım dedim okuduklarınızı.
-Yok,yok dedi, ezberledim hemencecik.
-Aman hocam, ezberin ihaneti sizce daha iyi bilinmekte. Yazalım.
Yazalım da cebimizde kalem var, lâkin kâğıt nerede ?..Gözüm sepetin dibinde bir kutuya ilişti. Değiştirilen bir ampul kutlusu... Aldım, ikiye ayırdım, kalemle beraber uzattım Fehmeddin hocama.

Bu karton o günün hatırası olarak hâlâ arşivimde duruyor.
"Bena bazıhil bina is şerif, sahib-ül hayr dafi üd dayr. Adil-il ümera Mihal Bey fi senedi semana işrin ve semanemie ve itmaruhu kâne fi senedi ihda ve işrine ve semanimi yetin."
Aradan pek çok zaman geçti. Az gittik, uz gittik dere tepe düz gitmeden bilgisayara kavuşuverdik. Bir de ne görelim ?. Bizim Kaf dağının arkasında bile okutacak kişi aradığımız yazıları merhum Ekrem Hakkı Ayverdi yıllar önce kasabamıza gelip camiyi, hanı, hamamı bir tamam gezip kitabına yazıvermiş mi..
2-Nisan 2009 Mihal Bey hanının yeniden hayata geçtiği gündür. Çocukluğumuzda bundan 60-65 yıl önce sinema seyrettiğimiz, Suzan Yakar'ın Harman Sonu filmini hatırladığımız yer burası. İçi temizlenip açılınca ne çok sevinmişti ahali. Eski günleri andı yaşlılar, gençler sevindiler böyle tarihi bir yapıları olduğu için kasabada...Restore edildi, türlü etkinlikler yapıldı içerisinde.
Bizim Mihal Bey hanımız var, Mihal Gazi camimiz, Mihal Bey hamamımız, her ne kadar yolun altında kaldıysa da Zincirli Kuyumuz, Hamza Dede Çeşmemiz var. Var da var.
Peki... Gölpazarı deyince ne aklına gelecek ahalinin ?...
Onu da pek sayın yöneticilerimiz düşünsün