Eskiler bir meseleyi öne alırken " ehemmiyetine binaen " derlermiş. Biz de panayır diye başlık atıp , geçende sadece sel olayını anlatmış, bir türlü esasa gelememiştik . Panayır deyince bir çok kardeşimiz yazı yazmıştır da biz de eksiği varsa tamamlayalım istedik. " Her yiğidin bir ayran içişi var " demişler. Biz şimdi panayırın hangi yüzünü anlatalım ?.
Adamın biri yabancı bir şehre gelmiş de elindeki adresi aramakta.
Yoldan geçen birine yanaşıyor:
-Hemşerim, diyor. Şu adrese bir bak hele. Gideceğim yolu tarif edebilir misin ?.
Adam kâğıda bakıyor :
-Şimdi sen doğruca yürü, ilerde bir tekel bayii göreceksin, oradan sola dön, biraz daha yürüyünce önüne bir içkili lokanta çıkacak, hiç bir yere sapma, doğru yürü. Üç yüz metre filan sonra bir gazino göreceksin. Hah, geldin sayılır.
Adam yürümeye devam etmiş, tarif edilen iki yeri geçmiş, geçmiş de şaşırdığını düşünmüş,durmuş, yolda yürüyen birini çevirip elindeki adresi ona da göstermiş :
-Kolay gidersin kardeşlik, demiş adam. Şu ilerdeki camiyi gördün mü, oraya doğru yürü. Camiyi biraz geçince büyükçe bir Kuran Kursu binası göreceksin. Orayı sağına al, devam et. Çok gitmeyeceksin. Bizim mübarek Şeyhin türbesi var az ileride. Sağa döndün mü otuz metre senin gideceğin adres tam orası. Var selametle...
Biz bunları anlatınca panayırın hangi ucundan tutacağımızı okuyucudan soracağız.
Sene 1957... Panayır sel korkusundan yeni yerine, kavaklığın yanındaki çayıra, bu günkü pazar yerine taşınıyor.
Sergi kurmak her babayiğitin kârı değildir. Uray sokak ve civarına sergi kuran usta, duvarı, evi, kendine payanda yapar ama, düz çayırda direği sağlam tutacak yer nerede ?.
Kavaklığı bildiniz mi ?. Kenarında akan dereyi görmüşlüğünüz var mı ?. Bilenler, bilmeyenlere anlatmalı bu yazıyı okuyunca ...
En büyük sergiyi biz kurardık. Yanımızda Zeki ağabeyin sergisi bizimkine bitişik... Biraz daha ileride Bölükbaşı'ların manifatura sergisi... Adil, ve Alâattin ağabeyler panayıra sergi açmazlardı benim bildiğim.
Hakkı amcam sergi kurma, tahtalardan raf yapma ustası...Hüseyin amcam satıştan sorumlu... Bizler çırak olup, ustalığa soyunmaktayız...
Ev ahalisine ; Tedariki panayırda görürüz. Hem çeşit çok olur, hem de pahası hesaplı " diyerek ihtiyacı panayıra saklayan ev reisleri cümle ahaliyi arkasına takar, sergi, sergi dolaşıp ihtiyacı torbaya doldururdu. Esnaf taifesinin yeterinden fazla para kazandığını ; " Aman , parayı yanında götürmesin, bize yatırsın " diye çırpınan banka müdürlerinin ekmek fırınına güveç yaptırıp, sergilere ikram ettiğini çok lezzetli bulup kaşık,kaşık yediğimden bilmekteyim.
Pek çok insan için ekmek kapısıdır panayırlar. En başta geleni de köfteciler... Kuyruk yağını ateşe koyarlar , kokusunu Yeniköy'den alan ahali, yürümeyi hızlandırıp sergilere koşardı.
Doksan altı pare köyden , üstüne üstlük Lefke'nin , Söğüt'ün köylüklerinin tekmili hazır bulunurdu panayır yerinde. Dönme dolaptan, rulet masalarına, halkacılardan, tiyatro çadırlarına kadar hemen hepsi eğlenmeye gelenleri ağırlardı.
Ben en çok dünyanın sekizinci ve dokuzuncu harikalarını gösteren orta boy çadırları merak ederdim.
Dışarıdaki çığırtkan :
-Padişahın kızını almak için Kaf dağının ardındaki elması bulmaya giderken bindiği kuşu görmek istemez misiniz ?.Bu çadırda sizi bekliyor, diye müşteri arar, belli bir sayı dolunca çadır kapısını kapatıp, ikinci seansa hazırlanırdı.
Beyaz tüylü, uzun , pek uzun sarı gagalı bir kuş... Hiç görmediğiniz , hiç bilmediğiniz bir canlı...
"Bu gördüğünüz Zümrüdü Anka kuşudur... Zamanın birinde Padişahın kızına bir çoban aşık oluyor. Kızın gönlü de çobanda... Padişaha dünür gönderiyor çoban. Padişah :
-Kaf dağında bir mağara varmış. İçinde dünyanın en büyük elması... Elmasın da bekçisi bir ejderha... Ey çoban oğlu çoban , varıp getirirsen o elması, kızım senindir. Getiremezsen cellat seni bekler olmakta...
İşte gördüğünüz bu kuşa , Zümrüdü Anka'ya biniyor çoban. Binmeden kuşun bir isteği var. Heybenin bir gözünde et olacak, bir gözünde su... Uzun bir yolculuk olacak bu dediğim . Mola vermeden gidilecek. Ben gak deyince su vereceksin , guk deyince su...
Hikâye anlatıcısı uzun, uzun anlatıyor yolculuğu..En sonunu mutlu bitiriyor. Ejderha öldürülmüş, elmas bulunmuş, çoban , padişahın kızıyla kırk gün, kırk gece düğün yapıp evlenmişlerdir.
Karanlık çadırdan gün yüzüne çıktığınızda yanı başınızdaki yaşlı teyzenin gözünde yaşı silerken göreceksiniz.
Eğer cebinizde babanızın verdiği harçlık bitmediyse biraz ilerideki Deniz Kızını anlatan çığırtkanın çadırına da girmek geçecek gönlünüzden.
Hediyesi yirmi beş kuruş...
Girdiğiniz çadırda gözünüz karanlığa alışınca yarısı balık, yarısı kız bir yaratık çıkacak önünüze... Melül, mahzun bakmakta bu Deniz Kızı kendisini görmeye gelenlere. Hayretler içindesiniz... Hani fırtınalarda batan gemi tayfalarını, yolcularını sağ, salim karaya ulaştıran Deniz Kızı tam karşınızda. Elinizi uzatsanız tutacaksınız. Altı balık da, üstü insan gibi... Bir konuşması eksik...
Hikâyesini tarih kitaplarında okuduğunuz Asur'lulara kadar dayandırıyor anlatıcı. Deniz Kızı gözünüzün içine bakmakta...Pek acıklı bir hikâyenin içindesiniz. Eğer gözünüzden yaş gelmiyorsa kalbiniz katılaşmış demektir. Tedavi olmanız gerekecek.
Panayıra çıkacak kişinin cebi biraz dolu olacak. Yoksa bir yerleri şişer de mazallah sağlık ocağına ziyaret vaki olacaktır.
Kendilerini canlı kanlı görmediniz, yalnız sinemalarda, Tarzan filmlerinden bildiğiniz maymunlar tam yanınızda. Cebinizde fındık, fıstık gibi nevale varsa ikram mecburi. Rahmetli Taraklı'dan şoför Alâattin ağabey acıların en acısından bir biber alıp da fıstıkla beraber maymuna yedirince biçare hayvanın çığlıklarını anlatmıştı bir sohbetinde. On beş gün sonra Göynük panayırında aynı çadıra girdiğimde beni gören maymun çadırın en tepesine sıçramış, aynı çığlıkla bağırmıştı bana doğru. Akıllara zarar... Hayvan deyip geçersin. On beş gün önce benim arabama atlayıp binen adam beni hatırlamazken bu maymunun zekasına ne demeli ?. Biraz da kötülük unutulmuyor diyelim.
Gerçek midir, yalaza mı ?. Erbabına sormak gerek..
Herkes bir hikâye çıkarır panayırdan. Öylesine bol bir malzeme...
Bu bizim anlattığımız kasaba panayırından. Geride komşu kasaba panayırlarının hikayeleri var. Onları da bir başka Cumaya saklayalım.
Beş çay getirsin Recep kardeşim tavşan kanı. Anafor değil, ücretiyle... Yine eskilerden açalım sözü. Kayı boyundan, Osmanlı 'dan... Tazeleyelim çayları bir sigara içimi.
" Sen çay dök, ben içimi " demiş ya şair. Öylesine olsun sohbetimiz.
Eskileri bırakıp yenilerden, güzelliklerden anlatalım yahut. Yormayalım kendimizi gelecek günlere... İçimizi açıtan , gönlümüzü yoranlar eskide kaldı diyelim. Mevlana gibi :
" DÜN , DÜNDE KALDI CANCAĞIZIM, BU GÜN YENİ ŞEYLER SÖYLEMEK LÂZIM " diyelim, gücümüz yetiyorsa.
Sağlıkla kalın sevgili okuyanlar.
Cumanız hayırlara vesile olsun inşaallah.