Aç radyonun sesini sonuna kadar.
Yine uşşaktan bir Keman taksimi... Bıkmadık... Hüzzam, olmazsa nihavend... Kürdil-i Hicazkârda karar kılmalı.
Bir gamlı hazanın seherinde
Israra ne hacet , yine bülbül
Yahut:
Hançer-i ebrûsu saplandı dîle....
Kurdîl-î , gönlü kör, duyması eksik demekmiş.Hacı Arif Beyin makamı. Ondan öncesi yok...
İlkokul çağımızda Bski ağabeyimin saz çalmasından türküleri bilmekteyiz de Türk Sanat Mûsikisine aşinalığımız olmamış.
İlk mektep beşinci sınıfta okumaktayız. Kayadaki tarihi mektebin yüksekçe giriş yerinde komşumuz , çocukluk arkadaşımız Süreyya , karşılara bakarak hayali bir sevgiliye ilk öğrendiğimiz şarkıyı talim ettirmekte:
Beklerim her gün bu sahillerde
Mahzun böyle ben
Gün batar, kuşlar döner
Dönmez bu yolda beklenen.
Hayali, dedik ya... Bekleneni görmek gerek, evvelde. Onun şarkısı da talim ediliyor.
Bir bahar akşamı rastladım size
Sevinçli bir telaş içindeydiniz.
Uzaktan bakınca gözlerinize
Neden başınızı öne eğdiniz ?.
Tanışmanın, beklemenin , kavuşmanın bir de ayrılığı var.
Hani o bırakıp giderken seni
Bu öksüz tavrını takmayacaktın.
Alnına koyarken veda busesi
Yüzüme bu türlü bakmayacaktın.
Süreyya ile hem senaryo yazıyor, hem de şarkı öğreniyoruz.
Yaz akşamlarının en keyiflisi bahçede, çayı demleyip , İstanbul radyosundan fasıl dinlemektir. Malûm, faslın başlangıcı taksim...Rahmetli babam taksim başlayınca :
-Bilin bakalım, bu hangi çalgıdır ? . Der , mızraplı tanburla , ud sesini ayıramayan bizler için bulmaca olurdu.
Baki ağabeyimi askere uğurlayınca ikinci bağlama bize kalmış, henüz bitmeyen ahşap evimizde mandıra işlerine ara verip perdelere basmadan mızrap oynatıp türkü çığırmaya soyunmuştuk. Türkü bizim özümüz. Anadolu, Rumeli duygularını hep türkülerle seslenmiş. Bedri Rahmi'nin dediği gibi :
Şairim...
Şiirin hasını ayak seslerinden tanırım.
Ne zaman bir köy türküsü duysam
Şairliğimden utanırım.
Epey yıl geçti... Bağlama çalmayı az buçuk öğrendik, ara verdik Türk Sanat Musikisine. Ne zamanki uduyla arz-ı endam etti İlker kardeşimiz şarkılar gündeme geldi, oturdu. Ama türküler hiç eksilmedi hayatımızdan. Hep canlı, hep dip-diri...
Köy öğretmenliğimiz var vekil de olsa. Malûm, ders öğleden sonra 13.30 da başlıyor . O gün 13.45 de rahmetli Nida Tüfekçi'nin solo programı var. Dinlemesi, olmazsa, olmazlardan... Yozgat Sürmelisini çalan ondan güzeli yok piyasada.
Çocukları " hele siz kitabınızı açıp derslerinizi tekrar edin " diyerek yolcu ettik sınıflarına.
Odamız sınıfın tam karşısı... Ölçülüp yapılmış. Ayaklarımızı uzatıp üstadı dinlemekteyiz... Kapı vuruldu,
" gel " sesiyle sarışın bir çocuk girdi içeriye. Parantez içinde söyleyelim, o çocuk ileride Halk Müziği sanatçısı olacaktır. Fahrettin Şahin.....
-Öğretmenim, mettiş geldi, sizi çağırıyor.
Mettiş , dediği ilk öğretim müfettişi. Bizi teftişe gelmekte...
Kolumdaki saate baktım. On dördü gösteriyor. Meğer müfettiş bey yarım saat evvel gelmiş, bizim masaya oturmuş öğretmen beklemekte.
Ceketimi giydim, aynada kravatımı düzelttim.
-Hoş geldiniz müfettiş bey.
Oturduğu sandalyeden elini uzattı, sol eliyle saatini gösterdi:
-Derse geç kaldınız öğretmen bey.
Ben ezelden beri çok uğraştım da hazır cevaplığı bir türlü beceremedim.
-Öyle oldu efendim, dedim. Burada izin alacak bir merci olmadığından ihtiyacıma binaen kendime yarım saat izin vermiştim.
Hâlâ o günden beri bu cümleleri nasıl söylediğime şaşarım.
Köy otuz dokuz hane, talebe sayısı da otuz dokuz. Hane başına bir talebe düşmekte.
Köye gelirken amcam Ahmet Erken öğretmenden aldığımız yıllık plânla ders yapmaya uğraşmaktayız. Başarılı olduğumuzu kimse söyleyemez.
Kasabaya odun götüren Haşim ağaya ısmarladığımız bağlama gelince " hiç olmazsa türkü öğrensinler " diyerek Musikî derslerine ağırlık vermiştik. Mızraplı tamburumuz da kadroya eklenince Türk Sanat Musikîsi de repertuara dahil edildi.
Bizim şarkılarda pişmemiz İlker kardeşimiz sayesinde olmuştur. Bestekârları, makamları hep onunla geçtik. Öğle tatillerinde udunu pencere içinden indirir , iltifat olsun diye :
-Senin sesin Ekrem Güyer'in sesiyle aynı Erol kardeşim, derdi. Haydi yeni çaldığımız şarkıyı senin sesinle geçelim.Ekrem Güyer'in Hicaz eseri.
Hançer-i aşkınla ey yar kalbim üzre vurma hiç
Öyle bir derde giriftar oldum ki halim sorma hiç.
Şimdi sesimi imtihana çekiyorum da " mazi kalbimde yara " çıkıyor sadece...
Bizim oralarda " Adam olmayacak çocuğa türkü çığırtırlar " diye bir söz vardır. Rahmetli öğretmenimiz Ahmet Özgür Bey bizim adam olamayacağımızı göz kararıyla kestirdiğinden müsamerede okumak için bir Eskişehir türküsü belletmişti.
Öte yakanın bulutu
Beri yakayı bürüdü.
Gazimihal ilkokulunun yıl sonu müsameresinde Efe kıyafeti kuşanıp , bir yumurtanın sarısını da içerek bir güzel okumuştuk o anılan türküyü. Sahnenin arkasına perde çekilip görünmeyen mekânda , bağlamada Baki ağabeyim, darbukada Şevket ağabey eşlik etmişlerdi kimselere görünmeden.
Bir öğle sonrası... Mehmet Bolulu'nun kahvesi önünden geçerken cam çalınmasına döndüm. Paşa dedem "gel " kabilinden el etmekte.. Kahveye girdim . Dedem, İhsan Çavuşla pencere önünde kahve içmekteler. Biz yetmiş sene önceki hikâyeleri anlatıyoruz ya ( Z ) kuşağı okuyucu İhsan Çavuş'un soyadı yok mu Erol ağabey diye şikayette bulunmaktalar, ve de pek haklılar. Benim bildiğim kadarıyla İhsan Çavuş Keskin ağalar taifesinden olsa gerektir. Soyadı kanunu çıktığında bir çoğumuzda olduğu gibi ittifak olmamış zahir. Soyadı Keskin olanlar olmuş, Azkeskin, Çokkeskin olanlar yazılmış kütüklere. Ben İhsan amcanın hangi
Keskin'lerden olduğunu bilemedim . Af ola...
- Gel bakalım türkücüler şahı, iltifatıyla buyur etti İhsan Çavuş masaya .
-Gel bakalım türkücülerin şahı... Şevket oğlum senin türkü çağırmanı pek methetti . Biz dedenle mahrum kaldık mı o akşam dinlemekten. Şimdi sen çık şu masanın üstüne , kahve cemaati de alkış tutsun, hele söyle bakalım şu türküyü.
Dedeme baktım. " çık, çık " dercesine sallıyor bastonu.
Çıktım masanın üstüne. Kahve milleti Sesi kesmiş bizi beklemekte.
Öte yakaya geçelim
Atlara yonca biçelim.
Türkü bitti, alkış yankılandı kahve duvarlarında. İndim, dedemin elinde gümüş bir elli kuruş... Cebime itiverdi usulca.
Türküden kazandığım ilk ve son kazanç...
Gelin, yetmiş yıl öncesine gidelim beraberce.
Horhor çeşmeleri abdest alan, su içen, su dolduran insanlarla dolu. Henüz şebeke suyu gelmediğinden horhor suyu revaçta. Karşıki dükkanda gramofonun iğnesi taş plâğın üstüne iniyor. Madeni bir erkek sesi :
MÜZİK RUHUN GIDASIDIR. BU GIDAYI ALABİLMEK İÇİN AGA RADYOLARINI DİNLEYİNİZ. AGA RADYOLARI ÇEŞMELER KARŞINDA HÜSEYİN VE MUSTAFA BOĞA TİCARETHANESİNDE SATILMAKTADIR.
Ardından , Safiye Ayla 'dan " Çile Bülbülüm, çile " şarkısı dolduruyor meydanı.
Plâkçı kardeş, yeni bir plâk koy gramofona . Sesini aç sonuna kadar. Çalan " bir zamanlar maziye bak " şarkısı olsun. Biz de eşlik edelim , beraber söyleyelim.
Sağlıkla kalın sevgili okuyanlar.
Cumanız hayırlara vesile olsun inşaallah.