FİKRET YILDIRIM


DAYATILAN GERÇEKLİK YA GERÇEKLİĞİN KENDİSİ

.


Gerçek ile gerçeküstünün ya da gerçekdışının sınırlarını, nerede başlayıp nerede bittiğini, kendimi bildim bileli hep bilsemişimdir.

Öyle ya, nedir gerçek?

Kim ve nerede olduğumuzu anlamaya başladığımızda, emeklemeyi çoktan bırakıp ayağa kalkmış, ekmeği, suyu, anneyi babayı ve adımızı öğrenmişizdir.

Sonra küçük ailemizi, yakın akrabalarımızı, mahalleyi ve böyle giderek kentimizi, ülkemizi, dünyamızı, gezegenleri ve ucu bucağı, başı sonu olmayan evrenimizi öğreniriz.

Ve tüm bu saydıklarımız, belli sınırlara kadar gerçek(lik) tanımının içine girmektedir. Algımız, bulunduğumuz zaman ve mekândan çıkıp makro ve mikronun sınırlarına dayandığında, aklımızın da alacakaranlık dediğimiz alanlara gelmiş olduğunu fark ederiz.

Yeterli ve gerekli bir eğitim ve öğrenim görmüş isek, fizik biliminin bize sağlamış olduğu olanaklarla yaşamın zorluklarını aşmaya çalışır, bilim dışı ve bilimsel bilgiden uzak, sisli geçmişin referanslarıyla metafiziğin dipsiz kuyularında yetiştirilirsek de her türlü bireysel ve kitlesel paranoya ve şizofrenik tehlikelerin mağduru oluruz.

Uzak ve yakın tarih, aç ve susuz, kimsesiz ve çaresiz, endişeli ve umutsuz insanın ne büyük kitlesel kıyım ve felâketlere yol açtığının sayısız dramlarıyla doludur.

Daha dün, dünya "düz mü - yuvarlak mı", "güneş mi dünyanın yoksa dünya mı güneşin etrafında dönüyor" diye birbirini öldüren insan, bugün şimdi eline yapışık baterili bir oyuncakla bütün evreni görebilmekte ve bunu yaparken de eline bu oyuncağı tutuşturanlara da bütün gördüklerini göstermektedir. Ta ki, bu sihirli oyuncağın baterisi bitinceye ya da sözleşmesi sona erip yenisini alacak parası olmayıncaya kadar.

Ve böylece "gerçek" dediğimiz, gele gele avcumuzun içindeki bu sihirli aletin içine sığdırılmış bir sınırsız-sonsuzluğa indirgenmiştir. Her şey artık bu ortalama 20 cm2'lik dev(!) aletin içinde görünüp izlenmektedir: Doğumlar-ölümler, savaşlar-depremler, sevinçler-üzünçler, sayrılıklar-iyileşmeler ve en sonunda da en korkunç ve ölümcül olanı küresel salgınlar...

Bir yanda, dünya ölçeğinde pandemiden patır patır insanlar ölürken, bir yanda da pandemiye yol açan virüsün bir komplo sonucu tüm dünyaya yayıldığı haberlerinin 8 milyarlık dünyamızın "gerçeklik" algısına yaptığı ölçülemez etkiyi nasıl anlayacağız?

Bilinen örnektir; "ben paranoyak olmayacağım ama bir de takip edilmesem" demiş adam.

Bu psikopatolojik ruh hali bir adam söz konusu olduğunda hepimiz gülüp geçeriz.

Ya bir de milyonlarca insan, örneğin "65 yaşın üzerindekiler kesinlikle dışarı çıkmayacaktır" gibi bir kitlesel korkutma ve tehditle evlerine hapsedildiğinde bunun toplumsal maliyetini ve sorumluluğunu kim üstlenecektir?

Virüs "gerçek"tir ama bilim dışı zihniyete teslim olmuş bir toplumun ölümden daha beter sonuçlara katlanacağı ise "çok daha gerçek"tir.

Dayatılan gerçekliğin üstüne ya da dışına çıkamayan toplumlar, basit ve çıplak gerçekliğin acımasızlığında yok olurlar.

Fikret Yıldırım

Görsel | Youtube • La Paranoia