FİKRET YILDIRIM


DİL

.


“Sosyal medya” diye adlandırılıp hepimizce de kabul gören bu sanal ortamın biz kullanıcılarına yararları saymakla bitmezken, bir yandan da zararları saymakla bitmeyecekmiş gibi görünüyor.

Artık öylesine kitlesel bir noktaya geldik ki, manipülasyonla belirlenmiş algılarımızın dışında, hepimiz “şimdi” ve “burada” olamazsak yokmuşuz hissine kapılıyoruz.

Bu o kadar öylesine öyle ki, bulunduğumuz mekân ve içsel-dışsal zamanlarımız, belli belirsiz yapay zekâlarla (Google, Facebook, Instagram vb.) kontrol edilip bireysel ve toplumsal geleceklerimiz ipoteklenerek, "geleceğin insanı" büyük projesinin canhıraş çalışan birer hücresine dönüştürülüyoruz.

Bu varoluşsal gerçeklikte, en azından dikkat etmemiz gerektiğine inandığım en somut görüngü ise hep birlikte okuyup yazdığımız, işitip konuştuğumuz ortak dilimizin karşı karşıya bulunduğu yaşamsal tehlikedir.

“Flaş flaş flaş”, “bakın o isim ne dedi”, “geri iade”, “ilgi ve alâka” gibi saymakla bitmeyecek somut örneklerde olduğu gibi, İngilizce “Flash” sözcüğünün “flaş” biçiminde toplumsal belleklerimize yapışması, bir şeyler söylemiş olan "birisi"nin “isim” diye belletilmesi, zaten geri vermek anlamındaki “iade”nin “geri” ile birlikte kullanılması, aynı anlama gelen “ilgi” ve “alâka”nın ikizleştirilmesi öylesine kanıksatılıyor ki, gelecek kuşaklara hurda yığını bir kültürel miras bırakmamız kaçınılmazlaşıyor.

Ve tüm bunlara ek olarak, tüm bu yapay zekâların bizler için en önemli yaşamsal tehdidi ise bu sanal ortamlarda giderek yalnızlaştırılan bizlerin varlığı, “beğenmek-beğenilmek” açmaz ikilemine indirgenerek, kendimizi “mutlu” ya da “mutsuz” hissetmemizin ve uzun araştırmalar sonucunda belirlenmiş üç-beş duygusal imge içerikli sembollerle duygularımızın ve bunları dilegetirişimizin de kontrol altına alınmasıdır.

Her teknolojik devrimde olduğu gibi, başlangıçta bazılarılımız bu kökten yeniliklere direnmeye çalışırken çoğunluğumuz da bunların yaşamı kolaylaştırıcılıklarının rahatlığına alışıp uyum sağlamaktan kendimizi alamıyoruz. Buhar makinelerinin bulunup trenlerin yürümesi, sonrasında otomobilin icadı ve daha sonra da uçak mühendisliği, elektrik ampülü, telefon, televizyon, bilgisayar ve cep telefonu derken zaman ve mekân algılarımız kökünden sarsılıp bulunduğumuz yer ve zamanlarla bağlarımızı koparıyoruz.

Bağlayayım!

İnsan, binlerce yıllık evriminde, diliyle insan olmuştur; yazısıyla, çizisiyle, resmiyle, sesiyle insan olmuştur. Ve tüm bunlarla kültürünü geleceğe taşıyabilmiştir. Bugünse artık bütün bunların yerini “fotoğraf”a indirgenmiş bir iletişim almıştır.

Sözcüklerin yapıcı ve yaratıcı “büyüsü”nün yerini, fotoğrafların “karabüyüsü”ne terk etmesine izin vermemek hepimizin en büyük sorumluluğudur.

Korkarım ki, binbir çeşit güzellik ve derinlikteki dillerimizi koruyamadığımızda, insanlık dilinin okyanusunda oksijensiz kalacağız.

Hep birlikte ikinci kez inşa ettiğimiz Babil Kulesi'nin yazgısı, bu sefer bizim ellerimizdedir.

Fikret Yıldırım

Zamanımızdan 5 bin yıl önce Sümerlilerin Tanrı Marduk adına inşa ettirdiği Babil Kulesi

/resimler/2019-6/30/1724353995323.jpg