ZEKİ GÜVEN


ESKİ BAYRAMLARIMIZ


                       ESKİ   BAYRAMLARIMIZ

             Eskiden (50 sene önce) yoksulluk çoktu. İnsanlar var güçleriyle yaşama tutunmaya çalışırlardı. Teknoloji olmadığı için bütün işler insan gücüyle yapıldığından dinlenmeye, eğlenmeye zaman kalmıyordu. İşte bu yıllarda insanların yaşamına dini bayramlar, panayırlar ve düğünler bir nebze olsun tat katardı. O günlerde insanlar bir iki gün bile olsa işi bırakır, tatil yaparlardı. O yüzden bayramlar büyükler ve çocuklar tarafından özlemle beklenir ve çok sevilirdi.

             Şimdi olduğu gibi eskiden de bayrama hazırlık yapılırdı. Dolmalar sarılır, baklavalar yazılırdı. Ayrıca genel dip köşe temizlik yapılır, kilimler, yorganlar ...  yıkanacak bütün eşyalar önceden yıkanırdı. Odalar kireçle badana yapılır; tahta merdiven basamakları, tahta yer döşemeleri, kapılar tellenir, silinirdi. İşte bu kireç ve tahta kokusuna bayılırdık. Duvarları yalayasımız gelirdi.

             Bayramlaşmaya gelenlere ikram etmek için ayrıca bakkaldan çay, şeker, kolonya... alınırdı. Yüz evden ancak birinde kahve içilirdi.

             Köylerde kış mevsimine denk gelen bayramlarda çoluk çocuğa, torunlara, misafirlere sunmak amacıyla elma, armut, karpuz, kavun ve üzüm gibi yaz meyveleri saklanırdı.

             Örneğin  Nasuhlar´a dedemlere kışın bayramlarda annemle el öpmeye gittiğimizde  onların bize elma, armut, üzüm, kavun yedirdiklerini hatırlıyorum.

/resimler/2017-6/11/1428223092927.jpgDedem Salim Uysal  ve ben. Nasuhlar/1964

              Ama biz çocuklar için bayram demek rüyalarımızı süsleyen şeker ve bayramlıklarımız demekti. Çünkü o yıllarda şimdiki gibi yiyecek, giyecek bol değildi. Para yoktu. Çocuklara ve büyüklere bayramdan bayrama üstbaş alınırdı. O yüzden biz çocuklar bayramlıklarımızın alınmasını büyük bir heyecanla beklerdik. Ve alındığında bayramlıklarımızı yatağımızın başına koyup uyurduk.

             Bayramlık alınmadıysa bayramda giyeceğimiz giysiler elden geçirilir; dikilir, yamanır, yıkanırdı. Ütü yoktu. Pantolonlar akşamdan yer yatağının altına ütülenmesi için serilirdi. Bu ütüye osuruk ütüsü denirdi.Kahkaha

/resimler/2017-6/11/0048036817863.jpg

             Şeker toplama töreni şimdiki gibiydi. Bütün köy çocukları arefe günü ikindiye doğru caminin avlusunda toplanır; tek sıra halinde büyük bir kuyruk oluştururduk. Elimizde torbalarımız Merkez Cami´den ve kahvelerden çıkan adamların şeker dağıtmasını beklerdik. Büyükler bu tören için daha önceden aldıkları iki üç kilo şekeri camiden çıkar çıkmaz  sırayla çocukların torbasına tek tek atarlardı. Aynı tören Aşağımahalle´de de yapılırdı.(Bu etkinliğin Yenipazar´da kaba şekerin icadından bu yana yapıldığını düşünüyorum.)

            Bu töreni bütün çocuklar dört gözle beklerdik. Ramazan bayramı belki de bu etkinlik dolayısıyla Yenipazar´da daha çok şeker bayramı diye anılır. Bayramlıklarımızı ilk orada giyerdik. Biz çocuklar için bayram bu etkinlikle başlamış olurdu.

             Bizim zamanımızda bayram günleri de evlere şeker toplamaya giderdik. Bu günümüzde azaldı gibi. Annelerimiz ısrarla  komşuların, akrabalarımızın ellerini öpmeye gönderirlerdi bizi.

             Bayram öncesi erkekler berberde traş olur; bayram akşamı evde herkes yıkanırdı. Bayram sabahı erkekler yediden yetmişe  bayram namazına gider, kadınlar ve çocuklar erkenden kalkarlardı .

             Bayram namazı çıkışında büyükten küçüğe herkes şimdiki gibi sırayla caminin avlusunda, önünde  bayramlaşırdı. Bu sırada zengin- fakir, muhtar- aza, öğretmen- ormancı ayrımı gözetilmeden herkes yaşının sırasında olurdu. Bu manzara bana andımızdaki " Büyükleri saymak, küçükleri sevmek" sözlerini hatırlatırdı. Çünkü bu sıra kendinden bir iki yaş büyük olan birine bile öncelik ve saygı göstermemiz gerektini öğretiyordu. Bayramlaşma töreni Aşağı Cami´de de yapılırdı.

             Ne olur bu etkinliğimizi eskiden olduğu gibi şimdi de amir-memur, kaymakam- katip   demeden herkes yaşının yerinde sıraya geçererk  yaşatmaya devam edelim.

             Bu geleneğimiz  aynı zamanda dargınların birbirleriyle bayramlaşmasını  sağladığından dolayı da çok değerlidir.

             Ben bu bayramlaşma şeklini ( yaş sırasına göre) İstanbul´da hiçbir kasaba, köy  insanından duymadım. Yeri gelince bunu anlatmaktan da büyük bir zevk aldım. Sadece biz Yenipazar´a ya da manavlara  özgü olduğunu söyleyebilirim.

             Çünkü biz manavlar barışçı kavga dövüş bilmeyen, kan davası gütmeyen, ılımlı, uysal bir topluluğuz. 

             Diğer şehirlerden arkadaşlarım  bizim gibi bayramlaşma yapamamalarının sebebini yetmiş seksen haneli köylerde bile yirmi otuz ailenin birbiriyle davalı, kavgalı  olduğuna bağlıyorlar. 

             Bu tören sırasında biz çocuklar en arkada olurduk ve şu düşüncelere kapılır, sevinirdik:" Biz en küçüğüz ki en arkadayız, bizim en başlarda olmamıza ve öbür dünyaya gitmemize uzun yıllar var." Nedense ecelin büyükten küçüğe geldiğine inanırdık. Çünkü o yıllarda ani ölümler pek olmazdı. İnsanlar yaşlanıp genellikle eceliyle ölürdü.

             https://www.youtube.com/watch?v=E9v7SBR7kxw  Bir  bayramlaşma töreni.

            Namaz dönüşünde  evlerde  de  büyükten küçüğe sıraya geçilir, bayramlaşılırdı. Evin hanımının  evin reisinin  elini öpmesiyle başlayan tören en küçük torunun herkesin elini öpmesiyle son bulurdu. Varsa en büyük dede ve nineden başlardı el öpme. Büyükler küçüklere bayram harçlıklarını verir ve bayram kahvaltısına geçilirdi. Bu kahvaltı çok zengin olurdu.

            Eğer bayram kurban bayramıysa kurban aceleyle kesilir; kahvaltıda mutlaka kavurması yenirdi.

            Bu kahvaltıya çoğu zaman  babalarımızın   davet ettiği kimsesiz adamlar, komşular  da katılırdı. O zaman  hayata iki büyük sofra yazılırdı.

           Bayramda bütün köy çocukları izinde olduğu için toplu takım oyunları oynardık. Futbol gibi... Diğer günlerde kimisi kuzuda,  kimisi  öküzde,      kimisi tarlada olur takım oyunları kurulamazdı. 

           Diğer oyunlarımızdan farklı olarak bayramlarda paralı olduğumuz için mantar tabancasıyla mantar , çatapat patlatma ve kader çekme gibi nispeten pahalı zevklerimiz  de   olurdu. 

           Ya da gençlerin oyunlarını izlerdik. Onlar da futbol, voleybol gibi oyunlar oynarlardı. Ayrıca diğer köy ve ilçe takımlarıyla maç yaparlardı. Bu maçlar günlerce konuşulur, tartışılırdı.

           Sıla özlemi çeken gelinler ancak  işte bu bayramlarda anasının babasının elini öpmeye gidebilirlerdi. Başka zaman ya izin verilmezdi ya da işten güçten fırsat olmazdı. Gelinler eğer eşi gitmezse bir ata biner; çocuklarını da heybenin  gözlerine koyar ,  köyüne gidip sıla özlemini giderirdi.

           Şimdi iletişim araçları, taşıtlar bu sıla, ana baba özlemini gidermiş durumda. O yıllarda radyolarda en çok söylenen Yüksek Yüksek Tepelere Ev Kurmasınlar   türküsü radyo ve TV´lerde istek almıyor artık. Dünyanın bir ucunda bile olsa her gün ana baba ile görüşme olanağı var. O yüzden bayramlarda insanlar bayramları farklı şekilde değerlendiriyor artık.

           Değer yargılarımız, yaşantılarımız, duygularımız, düşüncelerimiz değiştikçe bayramların kafamızdaki, gönlümüzdeki  yeri de doğal olarak değişikliğe uğruyor. 

           Bayramlarımızın içeriği ve saygınlığı  elli yılda bu kadar değişti. Acaba bir elli sene sonra nasıl olacak?

           Ramazan bayramınız kutlu olsun. 25.06.2017 Zeki Güven/ Yenipazar 

nafiz çalışkan
29.06.2017 11:20:09
Bolu da arefe günü çocuklara şeker dağıtılmıyor. Sadece Bayram sabahı namazdan çıktıktan sonra aynı bizdeki gibi cami avlusunda büyükten küçüğe doğru bayramlaşma yapılıyor.