AYŞE SEZGİN


GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ...

Ayşe Sezgin'in kaleminden...


GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ...

Ben bu haftasonu sevgili babam Durmuş Sezgin'in yıllar önce görev yaptığı, benim ilkokula başladığım, ilk arkadaşlarımı edindiğim, kardeşim Uygar Sezgin'in dünyaya geldiği, ilimizin Gölpazari ilçesine bağlı Söğütçük Köyü 'ne uğradım.

Yıllar öncesine gittim kıvrım kıvrım yolların ardında görünen köyü gördüğümde. Babamın/öğretmenimin, okul gezilerine götürdüğü kırları, köyün çocuklarıyla çiçekler toplayıp taç yaptığımız dağları gördüm yeniden.

Kız kardeşim Emel'le köyün bakkalına gider; diğer çocuklar yumurta verip biseyler aldığı için onlara özenir, harçlıklarımızla alışveriş yaptığımiz için mahcup olurduk adeta. Yer odasının bir köşesi bakkal dükkanı olan rahmetli bakkal dedeyi de yad ettim, yıkılmaya yüz tutmuş evlerin önünden geçerken...

Ve okul binasının önünde duygu yoğunluğum doruğa ulaştı. Bahçedeki ayva ve döngel ağaçlarının olduğu köşeye park yapılmış ağaçlar kesilip; onlar haber verirdi oysa gelin gibi pembe beyaz çiçekleriyle baharın gelişini...

Okul binası yenilenmiş ama boş..kullanılmıyor pek çok köy okullarımız gibi maalesef..

Mustafa Kemal Atatürk 'ün Kocatepe'deki görüntüsü ve çocuk yaşta akıllarımıza, gönüllerimize kazınan "TÜRK ÖVÜN ÇALIŞ GÜVEN "yazısı geldi gözümün önüne, artık orada yer almasalar da..

Dijital cihazlar, teknoloji yoktu o zamanlar, teneffüs ve ders saatlerini duyuran çan şeklindeki okul zilimiz vardı, onu bile gördüm gözlerimi kapattığımda...

Okul binasının arkasındaki eski lojman binası geldi sonra, artık yerinde olmasa da. Yeni bir lojmanda oturma lüksü hiç olamayan, iki göz eski binada üç çocuğunu büyütup, haftada iki kez çeşmeden taşıdığı suyla çamaşır kaynatan anacığım Emine Sezgin vardı o an aklımda.

Makineler yoktu, elde yapılırdı bütün işler ama vakit bereketliydi. Akşam olunca topladıklari pamuk hasadıni carsaflara doldurup, hem onları ayıklamak, hem de köyün o zamanlar ilk ve tek televizyonunun bulunduğu bizim lojmanda Türk sineması izlemek için toplanırdı herkes.

Öğretmenle köylüler arasında o kadar güzel bir bağ ve iletişim vardı ki, anneme "Emine gelin "diye hitap ederdi hepsi. Babamı, öğretmenlerini "oğul" olarak gördüklerinden...

Teknoloji olmasa da, yeterli araç gereç olmasa da, eski de olsa, bir eğitim yuvasıydı o köy okulu. Sadece çocuklara değil, herkese.

Tarlada, tapanda, ufak tefek yaralananlar okulun ecza dolabındakı malzemelerle pansuman edilirdi babam / öğretmenim tarafından...

Çocuklara verdiği yangın söndürme eğitimi ve okuldaki yangın söndürme malzemeleri sayesinde, bir yaz günü, köyün gençlerinin tamamının arazide köy dışında olduğu bir vakit, ilçeye şehre itfaiyeye haber edecek bir telefon da olmadığından, eski evlerin birinde çıkan yangını, köydeki birkaç ihtiyar kadın ve öğrencilerle söndürmüştü...

Öğretmen demek hersey demekti o vakitler köylerde..

Ve bir önceki görev yerinde, karlı bir kış günü hastalanan küçük kardeşimi, yollar kapalı olduğu için ilçeye hastaneye götüremeyip kaybettikten sonra devam etmişti bu fedakarane ve gönülden çalışmasına...

Gözlerim yine doldu, tüm bunları tekrar yaşarken...

O zamanlar herşey daha anlamlıydı "yurdunu, milletini özünden cok seven" insanlar sayesinde...