EROL ERKEN


GÖLPAZARI´NDA NE VAR?

GÖLPAZARI´NDA GÖLPAZARI VAR...


GÖLPAZARI´NDAN İNSAN MANZARALARI


Gölpazarı´nda ne var ?. Diyeceksiniz
Gölpazarı´nda Gölpazarı var....


Askerlik ne güzeldi.... Ne aş kaygısı, ne iş kaygısı, ne " viran olası hanede evlad- ı iyal var" kaygısı... " Her türlü ihtiyacı devlet tarafından karşılanan " tarifi içinde serazat bir hayat...

 

1965 yılının 25 Kasım günü başlıyor askerliğimiz. Askerlik Şubesinden sülüsümüzü alıp, karlı bir kış günü annemin göz yaşları, babamın dualarıyla evden çıktığımız, ılık bir bahar havasında İzmir Basmane istasyonuna ulaştığımız askerlik serüveni...
Ali Pala benim asker arkadasım. Onun tabiriyle " tertibim". Her ne kadar kırkbeşlilerle askere başladıysam da benim asıl tertibim kırk ikililer. Üç yıl sonra kısmet oldu askerlik...

Yatsı vaktine yakın teslim olduk birliğimize . " Teslim olmak " tabiri kullanılıyor başlamaya.
Ranzanın ikinci katına yattık. Öğle yemeğini heyecandan olsa gerek tam yemediğimden karnım bir acıkmış ki sormayın. Ali´ye söyledim, giyindi, çıktı. Biraz sonra elinde bir somun ekmekle çıka geldi ranzaya. Hiç bilmediğiniz, hiç görmediğiniz bir yerde gece yarısı bir somun ekmek... Ne kadar akıllı ve becerikli olduğunu noter tasdikli olmasa da anlamış oldum.

Acemilik zor zenaat... Hele eğitim alanlarının hoparlöründe " bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır " türküsü çalınmaktaysa...

Bir öğle sonrası.. İçtima var.. Eratın önündeki kumandan ;
-Sivilliğinde koşulara katılan, mektepde atletizmle uğraşanlar üç adım öne çıksın, komutu veriyor. O da ne?... Bizim tertip Ali Pala da ön saflarda..

Kumandan tek tek sorguya çekmekte atletleri. Sıra Ali Pala´ya geldiğinde kumandanın gözü pek tutmuyor bizim tertibi.
-Senin kalıbın pek benzemiyor koşucuya, diyor. Nerede koştun bakalım?.
-Orta okulda okurken atletizm takımında koşucuydum kumandanım.
-Hayret bir şey... Benim tartımla sen koşucu olamazsın ya yazalım bakalım senin de adını.

Sıraya geri dönünce soruyorum ;
-Yahu Ali kardeşim, sen koşmaktan ne anlamaktasın ?. Ovada hayvan otlatırken kaçan davarı yakalamak için koşmaktan başka ne marifetin var ola ?.
-Senin bilmediğin o kadar çok şey var da üstüne bunu da ekleyelim tertibim. Şimdi bu adı yazılanlar ne olacak , bil bakalım ?.
-Soruyu soran sen olunca cevabı da cebinde olsa gerek.
-Tabii ki cebimizde. Bunlar Manisa spor okuluna gidecekler seçmeler için. Seçmeler ne kadar sürecek?. En az on beş gün. Seçen kurulun içinde kim var?.

Bilemedin değil mi?. Maratoncu bizim Niyazi Astsubay.. Seçilirsem ne alâ. Seçilmezsem on beş gün askerlikten yırtmıyor muyuz?...
Niyazi astsubay bizim kasabadan... Benim de arkadaşım, ve de Ali´nin mahalle komşusu.. Takdir belgesi yazılı değil ama senelerce anlattığımız bir kurnazlık hikâyesi. Benim kırk yıl düşünsem aklıma gelmeyecek cinsinden.
Elli iki gün sonra dağıtım... O, Çorlu´ya , ben İzmit´e savruluyoruz.

Tertiptik bir ömür boyu...

Kışın çok soğuk günleri saymazsak ceket bile giymez, kazakla , yelekle "mahalleden iner, bizim dükkânın karşısından kahveye giderdi. Gördüğümde, sağlık ocağının bahçe kapısında durdurur, hâl, hatır sorardım. Hâl, hatır bahane... Geçen birini beklerdim sormak için.
-Bak bakalım, derdim . Ali´mi daha genç duruyor, yoka ben mi?.

Sorulan bunda bir muziplik var diye düşünür ;
-Sen daha genç görünüyorsun Erol abi, derdi genellikle.

Kızarmıydı, yoksa lâf olsun diye mi söylerdi ;
-Bak arkadaşım, derdi. Şimdi ben sinek kaydı bir traş olsam, ve de dişlerimi yaptırsam tertipten on yaş daha genç gösteririm, sen de avucunu yalarsın.

Cenab-ı Hak cennetini nasip eder inşaallah. Bir az akşamcılığı vardı. Yine bir akşam meclis-i meyden sonra Eskişehir ´e eğlenilmek için gidilmeye karar veriliyor. Cümbür cemaat tabirini kullanacağım da sayısı bir az galiba. Bizim gitmediğimiz, lakin hikâyelerini çokça dinlediğimiz eğlence mekânları bunlar.

Tafsilatı var da onları geçelim bir kalem, ve de erbabına malumdur diyerek keselim sözü.

Ertesi gün arkadaşları onu göremediğinden sorguya çekiyorlar;
-Neredeydin dün akşam ?. " Bekledim de gelmedin " şarkısı senin için çalıyordu Çarli´ nin lokantasında...
-Eskişehir ´e gittik. Çokça eğlendik size inat. Hep kasabada kalacak değiliz ya.
-Bizi de çağırsaydın madem eğlence vardı. Kiminle gittiniz ?.
-İsmi lâzım değil, Sarı Kâmil´le...

Bu " ismi lâzım değil " sözü Ali Pala´dan miras kalmıştır kasabaya ve de yıllardır söylenmektedir.
Rahmetli Baki ağabeyim "çabuk kızanlar" sınıfına kayıtlıydı. Sinir katsayısı yüksek olduğundan en ufak bir karşı meselede sinirlenir, kısa bir süre sonra da eski haline dönerdi. Neden bu kadar sinirlisin diyenlere ;
-Bizim sigortaların tellerini çok ince bağlamışlar. Hemen atıyor mübarek, derdi.

Malum, eskiden otomatik sigortalar olmayınca, atan sigortalara bakır bir tel bağlayıp harekete geçirirlerdi.
Ali Pala ´nın sigortası da ince bir telle bağlanmıştı sanırım. Bu sigortaları attıranların başında Recai kardeşimiz gelmekte.
Ali kardeşimiz genelde. "Yedilinin " kahvesinde eğlenmekte... Yedili namıyla maruf Ali de ayrı bir yazı konusudur. Kahvenin yanı Çarli´nin lokantası...
Günlerden bir gün Recai telefonun başına oturup Çarli´nin lokantasını arıyor;
-Sizden bir ricam var. Yandaki kahvede Ali Pala isminde bir aşçı varmış, telefona çağırmanız mümkün mü ?.
-Kapatmayın, eğer orada ise hemen çağırayım.
-Buyurun, ben Ali Pala, kiminle görüşüyorum ?.
-Ben Karaağaç köyünden Mükerrem. Hacı Mükerrem... Hacdan yeni geldim. Allah kabul ederse görevimizi bitirdik. Komşulara yemek verip mevlid okutmak istiyorum . Seni pek methettiler. En iyi pilavı o pişirir dediler. Malum, bulgur pilavını herkes düşüremez. Bu pazar olsun diye düşünürüm. Eğer müsaitseniz sizi davet etmek istiyorum.
-Olur tabii.. Ben her daim hazırım.
-Kara etli pilav olacak" Tahminen iki yüz kişilik. Siz bana malzeme listesini bildirin ki ben de o güne kadar tedarikimi tamamlayayım.
Ali Pala etin, bulgurun, yağın, ayranın hesabını bir çırpıda söylüyor.

Günlerden pazartesi... Beş gün var hazırlamaya. Yevmiyede mutabık kaldıklarını da unutmayalım...
Cuma günü namazdan evvel yine çalıyor Çarli´nin telefonu...
-Size zahmet oluyor ama Ali Pala ´yı telefona çağırabilir misiniz?.
-Buyurun ben Ali Pala.
-Ben Karaağaç´tan Hacı Mükerrem..Sizinle mevlid için anlaşmıştık hatırlıyorsunuz değil mi?.
-Evet hacım. Malzemeler hazır mı ?.
-Malzemeler hazır olmasına hazır da,ben bu gün bir arkadaşımdan sizinle ilgili bir haber aldım. Az da olsa siz içki içiyormuşsunuz, doğru mu ?.
-Evet de, pilavla ne ilgisi var bunun?.
-İlgisi olmaz mı ustacığım. Hem de katmerli ilgisi var. Hacı pilavı bu... İçkici adamın pilavını Allah da kabul edemez, kul da. Vaz geçtim size yaptırmaktan...

Ali Pala ´nın cevabını yazmaktan imtina etmekteyim. Senin hacılığını da, senin hacı pilavının da diyerek bildiği bütün küfürleri eklemesi işin garnitürü....
" Şakayı kaldırmak" tabiri vardır bizim kasabada... Böyle güzel insanlar gelip geçti, isimleri kaldı yadigâr...

Edebiyatla ilgilenseydi hayatını Necip Fazıl´ın iki mısraı ile anlatırdı;

AKREBİN KISKACINDA YOĞURMUŞ BİZİ KADER,
ALDIRMA, BÖYLE GELMİŞ, BU DÜNYA, BÖYLE GİDER...