EROL ERKEN


GÖLPAZARI´NDAN İNSAN MANZARALARI

Gölpazarı´nda ne var diyeceksiniz ?.


/resimler/2019-5/3/1612367573531.jpg
Gölpazarı´nda ne var diyeceksiniz ?.

Gölpazarı´nda Gölpazarı var ......

Pehlivan tefrikalarını okumayı sever misiniz?... Eski ismi tefrika olan, yeni ismiyle " arkası yarın " . Resimli olanlar en muteberi...

Kahvehaneleri anlatırken horhorların karşısında, bizim dükkanların sırasındaki Belediye kahvesini pek anlatmadık. Sıra dükkanların üç büyüklüğünde, eski bir havuzun üstüne yapılmıştı. Yazın serin, kışın sıcak. Bizim hatırladığımız zamanda müsteciri Yaşar Karakoç..Tefrika, muteber, müstecir gibi Arapça kelimeleri kullanmamız anlamayı zorlaştırmak için. Kendimize " bilgili adam " payesi kondurmaktayız. Kolay anlatımı herkes seçer de bizimkisi değişiklik olsun kabilinden.Havuz, kaynak suyuyla beslenmekte. Suyun fazlası sıra dükkânlarının içine yapılan kanallarla horhor Çeşmesinin ayağına akıtılmakta. Yaz günleri karpuzu, kavunu soğutmak için kanallara koyduğumuz nadirattan değil, adiyattan...

Müdavimlerden üç kişiyi anlatmakla başlayalım. Kara Mustafa, Akkabak Mehmet, Yamacı Dursun. Bu yamacının ne olduğunu daha önce anlatmıştık. Yeniden yazmak okuyucuya saygısızlık olacağından geçeceğiz de , bu lâkap yamacı değil, belki de semerci olabilir diye düşünmekteyiz. Dursun amcanın semerci olup olmadığı hatırımızdan çıkmış ola..." Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür " sözünü çok kullanmak bizim gibi yaşlılara has olsa gerek.

Murat Sertoğlu en meşhur pehlivan hikayeleri yazarı. Maişet derdinden günde üç gazeteye yazması tevatür olmasa gerek. Bu "gerek" kelimesini çokça kullanmamızı hoş görün, insan yaşlandıkça kelime haznesi daralmakta. Resimleyen aklımızda kalmamış. Dünyaca meşhur pehlivanlarımız var bizim. Koca Yusuf, Kurtdereli Mehmet, Adalı Halil, Kel Aliço, Makarnacı Hüseyin, Filiz Nurullah , Hergeleci İbrahim, Tanburacı Osman, ve niceleri... Çoğu Sultan Abdülaziz´in pehlivanları. Malum, Sultanın pehlivan olması güreşin revaç bulması demek.

Peki....Bizim kasabada pehlivan var mıdır, diyeceğinizi bilmekteyim. Elbette vardır, hem de zamanın Kırkpınar baş pehlivanı İrfan Atan´la panayırda güreş tutan Nalbant Zekeriya amcamız vardır.

Bir ikindi sonrası.... Camiden çıkan cemaat hemen karşıdaki çay ocağında ikindi çayını içip iki güzel söz söylemeden evine, ocağına gitmemekte. Nalbant Zekeriya amca namazlarının pek çoğunu camide kıldığından çay ocağında onu beklemekteyiz.Kalemimiz, kâğıdımız hazırda...

İki çay söyledim, ilâvesi de olmalı diye tenbihat var kahveciye.

-Ben eskileri yazmaya pek meraklıyım Zekeriya amca, diye açtım sohbetin kapısını. Bu sizin pehlivanlığınızı nicedir duyarız da nasıl başlamıştır, neler olmuştur, kimlerle kıspet giymişsiniz merakımız bu yöndedir.

-Ahhhh, Erol efendi oğlum. Muhabbetin kapısını pehlivanlıktan açtın mı söyleyecek sözümüz torbaya sığmaz. Sığmaz da , yaşlıların hafızası gramla tartıldığından torbayı ufak tutmak gerek. Sen defteri , kalemi kısa tut da israfa gerek kalmasın.

-Biz bu kasabaya geldiğimizde buranın baş pehlivanı Hüsnü imiş. Hüsnü´yü bildin mi ?. Çay mahallesinden, rahmet olsun, bizim yaşıtımız. Benim pehlivanlık namım Vezirhan´dan çıktığımızda buraya ulaşmış da bizim haberimiz olmamış.

Bizde ağa kelimesi çok kullanılan ünvanlardan olduğundan birini diğerinden ayırmak için " ağalık vermekle, yiğitlik vurmakla " deyimini sıkça kullanmak lâzim gelecek.

-Eyüp ağa " vermekle " olan cinsinden.. Bizim pehlivanlığımızı duymasıyla çağırması aynı zamanda oluyor.

-Gel bakalım pehlivan oğlum, diyerek oturttu bizi kahvenin peykesine. Pehlivanı sınamak gerektir, bizim kasabada, adettendir. Sınamalı ki büyük ortaya mı çıkar, baş altına mı, yoksa başa mı güreşir bilmek gerek. Kasabanın baş pehlivanı Hüsnü diye bilirim. Çayırda sizi buluşturalım, güreşinizi görelim, ve de yenene bir Koç hediyesi olsun ki millet seyre çıksın.

Hüsnü, bizim bilmediğimiz, görmediğimiz, kilosunu gramını ölçmediğimiz bir adem. Ağanın lâfının üstüne lâf koymak töremizde olmadığından;

-Hay hay Eyüp ağa dedim. Ne zaman münasipse ben hazırım.

Bir cuma günü namazdan çıkışta cemaatle çayıra yollandık. Hüsnü´yü paça kasnakla on beş dakikada alt edip, koçu yedeğimize ayrıldık çimenlikten.

-Sizin panayırda Kırkpınar baş pehlivanı İrfan Atan´la bir güreşiniz varmış..

-Onu da anlatacağız amma her işin bir sırası var. İnönü´yü bilir misin?. Planör kursunu bitirenler için bir şölen tertiplenmiş, bizi de güreşe çağırdılar. Adımız hafiften hafife civara yayılmaya başlamış.

Söz dolanıp duruyor da bir türlü güreşe gelemiyor. Uçaklardan, planörlerden, Türk Hava Kurumunun faydalarından, kurban derilerinin buraya verilip havacılığın gelişmesine yardım edilmesinden anlatılıyor. Anlatılıyor da güreşe bir türlü gelinemiyor, Baktım bizim defter dolmayacak;

-Kalkalım isterseniz Zekeriya amca dedim. Sizi de evden beklerler, bizim de dükkânda işimiz olur. Bir başka gün devam edelim isterseniz.

Günler geçti, tamamlayamadık Zekeriya amcanın hatıralarını...

Biz şimdi nerede kalmıştık ?... Üç arkadaşın hikâyesini anlatacaktık okuyucuya...

Akşamları beş treniyle geç vakit gelen gazete, arabalarla dağıtılmaya başladığında öğle vakitlerinde ulaşmıştı kasabaya. Geçenlerde İsmail Çınar kardeşimiz Mehmet amcanın gazete dağıtmasıyla ilgili hoş bir anekdot yazmıştı. Okumanızı tavsiye ediyorum.

Bu üç arkadaş Tercüman gazetesini beklemekte Belediye kahvesinde. İlk okuma sırası onlarda. Kara Mustafa genelde bizim dükkânda eğleşir. Midesi ağrıdığında horhor çeşmesinde bir avuç karbonatı içer, sohbete kaldığı yerden devam ederdi. Babamın has ahbaplarından. Öğle vakti Akkabak Mehmet abdestti horhorda aldığından aramaya gerek yok.

Günlerden bir gün abdestti aldığında rahmetli dedemi görmüştü de hâl hatır sormak için uğradı. Dedemin ilk sözü ekonomiden açılmakta;

-Nasılsın, nicesin Mehmet oğlum, geçimin nasıl, yaptığın. İşten bir miktar para biriktirdiğin mi acaba?.

-Geçinip gitmekteyiz Paşa aga , ne olsun. Biraz dünyalığımız var elbet.

-Ne güzel, ne güzel. Yalnız benden nasihat paranı bankaya yatırma Mehmet oğlum.

-Yatırımıyım hiç. Tütün tabakama koyup duvarın içine gömmüşüz. Bizden başkası evi yıkmayınca mümkünü yok bulamaz. Öylesine gizli.

Aferin hazırda....

Yamacı Dursun amca barakada hazır beklemekte.. Gazete masaya açıldığında elindeki işi bırakıp üçüncü olacak masada.

Benim bildiğim okuması olan ve de hikayeyi en güzel okuyan Kara Mustafa olsa gerek. Pür dikkat dinlenmekte Kel Aliço´nun güreşi. Dile kolay. Kırkpınar´da yirmi yedi defa baş pehlivan olmuş bir adamın hikayesi bu.. Masadaki çaylara dikkat edilmeli. Edilmeli ki Aliço´nun paça kasnak daldığı vakit heyecana yenilip çaylar dökülmeye.

Resimler içlerine tam sindirilip tekrar gözden geçiriliyor ...Tek bir kare bile zail edilmemekte. Yarın ne olacak?.Kel Aliço yerdeki pehlivanın göbeğini gök yüzüne gösterecek mi acep ?...

Güreş kritiği burada noktalanıp yarın buluşmak dileğiyle ayrılıyorlar kahveden...

 


DEVAM EDECEK....

 

Hasan AKGÜL
6.05.2019 10:47:13
Teşekkürler Erol Ağabey Tarihe ışık tutan yazınıza Saygılar