EROL ERKEN


GÖLPAZARI´NDAN İNSAN MANZARALARI

Gölpazarı´nda ne var ?. Diyeceksiniz, Gölpazarı´nda, Gölpazarı var...



Gölpazarı´nda ne var ?. Diyeceksiniz

Gölpazarı´nda, Gölpazarı var.......

 


Sizin de siyah- beyaz eski resimleriniz var mı albümünüzde?.. Ara sıra çıkarıp baktığınız, " hangi resmime baksam ben değilim " diye dövündüğünüz fotoğraflar.. Bir yazıma " çamlıbahçede çekilirdi resimler " diye başlamıştım. Şimdiki parkın adıydı çamlı bahçe. Taşhanın duvarına astığı rahmetli Tellâl Halil amcanın hanımı Fatma teyzenin el emeği göz nuru siyah beze işlediği " Gölpazarı Yadikârı " yazısının altındaki resimler...

Foto Ramazan... Şimdilerde mesleği bırakıp taşçılığa soyunan Mustafa Uçar´ın babası. Ne çok hatırası var albümlerimizde... Ne çok iz bıraktı Gölpazarı tarihine resimleriyle. Osman Doğu´nun eski evinin altındaydı son zamanlarda fotoğrafhanesi. Eğer yangında kaybolmasaydı hazine değerindeydi resimler.

1969 yılında evlendim. Nikâh, düğün fotoğrafları Foto Ramazan ´dan...Yeni bir makine almış. Resimler çekildi, siz şu tarafda durun, ışık şöyle gelsin, kravatını düzeltin komutlarıyla otuz iki kısım tekmili birden resimledik merasimleri...

Bir kaçını yazıya koy da gençlik resimlerini görelim, derseniz mümkün değil. Nedeni, yeni makinenin ayarları bilinmediğinden yanmış bütün resimler. Mahçup oldu, özür diledi;

-Sıkma canını, Ramazan ağabey , dedim. Senin çok hatıran var bize bıraktığın, varsın bu da eksik olsun, ne gam...

Elinde makineyle gezerken;

-Bir poz alalım, Erol kardeşim, derdi. Resmi çeker, çerçeve yaptırır, altına " Foto Ramazan " yazısını ekler getirirdi dükkâna...

İstanbul ´un Ara Güler´i var sa bizim de " Foto Ramazan´ımız " vardı ondan eksik kalmayan.

Mekânı Cennet olsun....

"Fırsat olmadıktan sonra kabiliyet pek az işe yarar" demiş eski yaşayanlar. Kurtiş ağabey tam bu deyimin üstüne oturduğu biriydi. Müthiş bir hafıza, Hüda-i nabit espri gücü... Şimdilerde talk- şovcu geçinenlerden üç beş gömlek üstünde yaşayan bir tarihti. Ben bazen inat olsun diye yaşını sorar;

-Bu, senin doğduğun günden evvelki bir hadise , derdim de gülüşürdük.

Koyu bir Demokrattı...O zamanlar radikal kelimesi bilinmediğinden koyu kelimesi eklenirdi isimlerin başına. Bir gece kahvenin önüne geldiğimde iki masayı üst üste koymuş, masanın üstünde bakır bir tencere, içinde Çiçek yağına batırılmış fitil... Kandilin içi açılmış hali..

-Hayrola Kurtiş abi , dedim. Perde kurup Karagöz oynatacaksın vaziyete bakarsan.

-Karagöz oynatmak size kalsın. Bu gördüğün Halkçıların gününü şimdiki gençlere anlatma hali... Görsünler de eski zamanlarda ne var, ne yok iyi bellesinler.

 

Meşhur, sabun satıcılığı yaptığı günlerin hatırasını anlatırdı çoğu zaman;

-Köyden gelmişiz. Rençberlikten arta kalan zamanlarda esnaflığa soyunmaktayız. Bizimkisi tabiri caizse işportacılık. Adapazarı ´ndan Maraşoğlu sabunlarını alıp , şimdiki Atatürk heykelinin yanında satmaktayız.

Köylü milleti yeni yapılmış sabunu pek sokmaz evine. Yumuşaktır, iki sabunlamada eriyip gider elinde. Sabun satmanın raconu, iki kalıbı birbirine vurmaktır. Sertliği, kuruluğu burdan anlaşılmakta.

Yine bir salı günü sabun kalıplarını birbirine vurarak avazımız yettiğince;

-Alacaksan Maraşoğlu sabunu alacaksın, ve de ömür boyu kullanacaksın, diye bağırmaktayız. Lâz Abdullah ağabeyin dükkânı bizim tezgahın otuz metre altında. İkindi sonrası pazar dağılmaya başladığında yanıma geldi.

-Eyyyy sokak esnafı arkadaşım, piyasada bir durgunluk hissediyorum.

Lâfı bize dokundurmakta.

-Piyasadaki durgunluk sizin oralarda kalmış galiba Abdullah amca, henüz buralara gelemedi zahir.

Bu " piyasada bir durgunluk hissediyorum " lâfı çok söylendi kasaba pazarlarında o günden sonra.

İlkokul sıralarında okuduğu bir İnönü şiiri vardı. Arada bir ayağa kalkar, öğretmenin öğrettiği el kol hareketleriyle okur, sonunu değiştirerek şöyle bağlardı.


O, işletti kolumuzu

O, halletti maykomuzu.


Malum, Türkmen köyünde yetmiş iki millet olmasa da ona yakın insan var. Karacaovalılar, Arnavut´lar, Burmalar, Manavlar....

1924 de mübadele ile köye iskân edilen Karacaovalıların ilk işi Ermenilerden kalan kilise yerine bir cami yapmak olmuş. Minaresi kasabadaki Atatürk heykelinin mimarı Necati İnci´nin babası merhum Mehmet Beyin hediyesi..Her şey tamam olanda dualarla kapı açılmış, şükür namazına durmuş cemaat. Arnavut´lar dışarıda...Camdan içeriye bakan Arnavut´un biri yanındakilere cemaati gösterip;

-Bu Karacaovalılar ne yapmaktalar hep beraber bre dayko ?.

-Bilemedin mi akılsız adam, demiş içlerinden biri. Bunlar namaz kılıyorlar.

Kurtiş ağabeyin akrabası Hasan amcayı kızdırmak için uydurduğu bir hikâye aslında. Asla varit olmamış...

Savaştan çıkmış Türkiye ´nin halini anlatan enteresan bir hikâyesi var sıkça anlattığı;

-Aba pantolon giyerdik çocukluğumuzda , diye başlardı. Aba kumaşlar deve tüyünden değil keçi kılından yapılmakta. Sertliği buradan geliyor. İçimizde don olmadığından her yanımızı bir kaşıntı alıyor ki dayanılır şey değil. Tahsisden çok çocuklu ailelere bir miktar diril vermişlerdi. Sümerbank malı. Diril dediğimiz nesne Nazilli basmasının ucuzu. Çizgili bir kumaş. Kumaş sözün gelimi. Annem bundan bizlere birer don dikti de , bu don denen şeyin ne kadar kıymetli olduğunu görmüş, kaşıntımız zail olmuştu , diye tevatür anlatırdı.

Dostlarıma eskileri anlatırken isimlerin başına " Allah rahmet eylesin " ekini getiriyorum. Dinleyenler;

-Hep ölmüşlerden anlatıyorsun, biraz da dirilere gelsek, diyorlar.

Bizim işimiz eskicilik... Ne yapalım. Ölmüşlere rahmet dileyelim bir defa daha....

 

DEVAM EDECEK...