Dünya, hepimizin baktığı bir aynadır; her birimiz hiç birimizinkine benzemezleri görür, hisseder, duyumsar ve düşünürüz. Bu an, zaman ve mekâna ayrıcalıksız bağımlılılık ve tutsaklığa “yaşam” deriz. Yaşadığımızı zanneder, varkalma savaşımı verir, sonra da kaçınılmız olarak baktığımız ayna ve biz kayboluruz.
Dünya aynasını görünür kılan ilk koşul ışıktır; onun yokluğu karanlıktır, körlüktür. Gözlerimizle bakar, beynimizle görür, aklımızla deviniriz. Ayna hep oradadır, bizler bakar bakar, sıramız geldiğinde bakamaz oluruz.
Fiziksel ayna kimi zaman buğulanır, görüntü bozulur; kimi zaman yağmur, kar ve çamur ya da örtü gibi dış etkenlerle görüntü veremez olur; kimi zaman da çatlama nedeniyle kırılmalara yol açarak görme ve anlama yeteneğimizi sakatlar.
Aynada görüp görebileceklerin sana göredir, özneldir. Ayna da değişir, sen de değişirsin. Ayna unutur, sen de unutursun. Ayna kendisiyle çelişir, sen de kendinle çelişirsin. Ayna kendini yadsır, sen de kendini yadsırsın. Aynayla ilişkin her an değişen hızlarla değişikliğe uğrar. Bundan ne ayna kaçınabilir ne de sen kaçınabilirsin.
Ayna ile senin varlıklarınızın dışında fizikötesi bir gerçekliğin olduğunu belki sezebilirsin, asla bilemezsin. Çünkü aynanın arkasını göremeyeceksindir.
Ayna hem Arapça hem de İbranicedendir (ayn); “göz” anlamındadır, ayrıca “çeşme” ve “kaynak” anlamlarını da içerir. Türkçeye “göz” ile ilişkisinden dolayı girip yaşamaya başlamıştır.
Düşünsel ayna ise bizlere ve benlere sürekli ve ölçülemez hızlılıkta oyunlar oynar. Kahramanlar yaratır, sonra da hain ilân ederek katlederiz; hain ilân ettiklerimizi de yine aynı bellek kaybıyla kahramanlaştırır, bayrak yaparız. Bu bir tahterevalli oyunudur; çok sever, bıkıp usanmamasıya oynar dururuz.
Dünya aynasının Türkiye köşesine bakıldığında neler görünmektedir?
Dört çeyrek yüzyılı aşmış Cumhuriyet’in hamilelik, doğum ve sonrasındaki öyküsüne baktığımızda neler görebilmekteyiz?
Gerçeklik nedir, hakikat (bilinemeyen) nedir?
İnsan nedir, hayvan nedir, bitki nedir?
Din nedir, lâiklik nedir?
Türk, Kürt, Ermeni, Çerkes, Gürcü, Laz, Arnavut, Boşnak, Zaza, ... nedir ya da kimdir?
Bu sınırsız ve sonsuz sorulara kim ya da kimler yanıt verebilir?
Her birimizin baktığıyla gördüğü bir ve aynı olamayacağına göre nasıl “an”laşabileceğiz?
Aynanın bize baktığıyla gördüğünü göremiyorsak ki, hiç bir zaman ve zeminde göremediğimize göre her defasında kaybedip yeniden kazanan biz, bu illüzyon girdabından birgün çıkabilecek miyiz?
Ben sizi hiç “an”layamadım, hiç bir zaman da “an”layamayacağım.
Ya siz beni hiç “an”layabildiniz mi, “an”layabilecek misiniz?
Her birimiz “kendi” aynamıza bakıp yalnızca biricik “kendi”mizi görmekten kurtulamayacağımıza göre, hepimizi gören “ayna”nın egemenliğinden asla kurtulamayacağız.
Zaman, er ya da geç, tüm aynalardaki görüntüleri silip süpürerek toz etmiştir; bu tanıklık ederek gördüklerimiz de bu sondan kurtulamayacaktır.
On yıl sonrasını görebilenimiz var mı?
Öyleyse bugün kime karşı neyin kavgasını veriyoruz?
Fikret Yıldırım
Görsel | Google
