EROL ERKEN


HATIRDA KALANLAR

Türkü deyince Mehmet Ağa´nın hanını anlatmadan olamaz.


                                        Şairim

 

                                                                       Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası

                                                                       Ayak seslerinden tanırım.

                                                                       Ne zaman bir köy türküsü duysam

                                                                       Şairliğimden  utanırım.

                                                                                                        Bedri  Rahmi

 

 Türkü deyince Mehmet Ağa´nın hanını anlatmadan olamaz. Türküyle ilgili çok hikâyemiz var da önceliği biz Mehmet Ağa´nın hanına verelim.

 Mehmet Ağa uzun yıllar (Gölpazarı) Orta Mahallenin muhtarlığını yapmış muhterem bir adam. Nuri Bey´in oğlu. Bey deyince şimdilerde çoğu kravat takan, takım elbise giyene bey diyorlar ama çok kulak asma. Meşhur Kerkük türküsünde söylendiği üzere;

 ? Ben sana paşam demem tahtan düşer azl olur deyip çok mertebeler sayıyor da sıra beyliğe gelince;

        Men sana beyim diyerem, beyler daim bey olur, diyor ya işte Nuri bey bu söylenen bey takımından. Nerden bildin diyorsanız Allah Rahmet etsin Paşa dedem;

      -    Biz bu Memlekete geldiğimizde bizim muhacir taifesine Nuri Bey sahip çıktı. Kayada ki tarla var ya;

        Çocuklar, kasaplık yaparsanız önce size bir tarla gerektir ve de bende de bu vardır. Gidin ihtiyacınızı görün, deyince;

       -Bizde para yok ki beyim, nasıl öderiz tarlanın parasını demişti;

        -Be hey çocuk demişti gülerek. Sizden para isteyen mi var. Çalışacaksınız, ödiyeceksiniz. Medinede ki Ensar böyle sahip çıkmadı mı?

Mekke muhacirlerine.

           Kasabaya gelen tiyatro Mehmet ağanın Hanında konaklardı. Hayvanlar yan taraftaki ahıra bağlanır, kahvehane kısmındaki peykelerin ortası sahne olur, konser orada verilirdi.

             Biz tiyatro dedik ya, öyle piyes oynanan, dram, komedi sergilenen tiyatrolardan değil bu anlattığım. Peykenin üstünde birileri bağlama çalacak ortadaki sahnede şarkı söyleyecek açık saçık bir kadın.

             Açık saçıklık şimdinin şarkıcılarıyla kıyaslandı mı eskiler tesettürlü kalırda, camide vaaz etse kimse yadırgamaz. Eski tiyatrolarda mutlak dansözde olacak Türk filmlerindeki gibi.

              Ortalarda bir gazino sahnesi koyacaksın, dansöz çıkıp bir güzel raks edecek, sonu, mezarlık sahnesi? Yanık sesli hocamıza bir aşır okutup son yazısını çıkaracaksın perdeye.Bağlama çalanların en bilineni  Muzaffer Özden.Askerlik şubesinde asker. Bilmem kaç sene askerlikten kaçmış da kaçmaktan bezmiş, kendi teslim olmuş diyorlardı Askerlik şubesine. Baki ağabeyim ve bir kaç arkadaşının bağlama öğrenmesi

Muzaffer Özden ´ in hediyesidir.

          Epey zaman önce Abdullah Gündüz hocanın kazandırdığı bir Kavacık türküsü var.

       ?Payton geldi meyhaneye dayandı

       Siyah göynek al kanlara boyandı.?

         Aktaş´ın altını, Gölpazarı çeşmesini, oğlan adın İsmail´i bilirdik de Gölpazarı´mızın tarihini yazanlar bunun unutmuş olsa gerektir. Bizde Payton olmadığından şüpheye düşer olduk.

             Her Memleketin akşamcıları gibi bizimde hikayesi çok anlatılan akşamcılarımız vardır.Ayaz Haydar,Katırcı Halil,Çongur Mehmet,Deli Sabri en ünlüleri.Sözü,sohbeti dinlenir,iki kadeh içince etrafa sataşmayan,aksine,rahatsızlık vereceğim diye mahcubiyet duyan akşamcılardı bunlar.

             Öğleden sonraları ceketi omzuna,bastonu koluna takan Katırcı Halil Yeniköy deki evinden çıkar,afyonu yeni patlamış haliyle Çongur´un yolunu tutardı.

            Yunan´ın Bilecik´i işgal ettiği gün düşman Sakarya´yı geçemez nasıl olsa deyip Gölpazarı´na gelenlerden Katırcı Halil, Çongur Mehmet de kaçak arkadaşı ve de kasabamızın iç güveysi bunlar. Katırcı. Nuri Bey´e damat olacak sonraları. Soyadı Kanunu çıktığında katırcı kervanları düzdüklerinden nüfus memuruna;

        -Soyadım mesleğimizden, katırcı kervancısı olduğumuzdan Katırcı olsun, diyesiymiş de nüfus memurumuz;

      -Senden bir evvelki bu soyadını seçti, sen de bir başka ad bul kendine, deyivermiş.

      -Benimki de Büyükkatırcı olsun memur beyim. Bize başka soyadı yaraşmaz,   katırcı kervancısından deve kervancısı olacak değil ya, demiş de güldürmüş bütün yazıcıları.

 Deli Sabri bir garip adem. Ne, nereden geldiği biliniyor, ne de nereye gideceği. Esas mesleği boyacılık. Şimdiki zamanın bir ilkbaharda, bir sonbaharda boyandığı, yerlerdeki parkelerin her yıl cilalandığı, dükkan çerçevelerinin yağlı boyayla kaplandığı gibi değil o zamanlar. En çok camilere nakışlı desenler yapıyor Deli Sabri.

  Parası hiç mi hiç önemli değil canım. Dokuma göynek, biraz bulgur aşı biraz buğdayla da ödeşiyor köylümüzle. Kasabaya getirip nakte çevrilecek nasıl olsa. Sanatı nasıl mı? Şimdilerde olsa her gün ödül vermeye çağırırlar da adamcağız çalışamazdı ödül törenlerine katılmaktan.

 Ayaz Haydar yerlimizden. Ankara Ayaş´tan gelmişiz, soyumuz ta oralara dayanır dese de pek kulak asmamalı. Bu memleket bir zamanlar otuz kırk haneymiş, sonraları arazisi boştur ve de çok verimlidir diye gelip yerleşenler üç ay sonra yerliden sayılmaya başlamış. Kafalar ufaktan ufağa tütsülenmeye başladı mı Ayaz Haydar´a takılınacak çaresi yok.

       -Bu bizim ?Ayaz? ismi nereden gelmiştir komşular bir bileniniz varsa anlatsın da dinleyelim, diye başlanacak söze.

       Haydar biraderimiz her gece eve geç gittiğinden ve de Azime bacımız korku belasına kapıyı sürgüleyip yattığından divane geceyi evin arka yüzündeki öküz arabasının üstünde yatar olmuş. Yatar olmuş da bu günlerin yazı var, kışı var, sıcağı soğuğu var.

          Bir kış gecesi Bedi Şarabının sıcaklığından pek duymamış dışarının soğuğunu da her zamanki yerine kıl çulun altına girmiş. Sabah ayazında bir uyanmış ki ne el tutuyor ne bacak. Yunan´ın heykeli misali. Güç bela elini ayağını ovalayıp ev kapısına kadar gelmiş, çalımlı çalımlı kapıyı vurmuş;

        -Kız Azime, sana diyom kız Azime koyun getirdim sana meee meee, diye de bir koyun taklidi yapmış. Zavallı Azime bacımız inanmış da kapıyı açınca koyunu görememiş;

       -Canın çıksın Haydar, ayazlarda kalasın Haydar, diyesiymiş de bu ?Ayaz? lakabını böyle almış diyorlar. Günahı anlatanın boynuna.

             Ben bu günahı boynuna lafını çok söylüyorum da siz aldırmayın. Çok tevatür edilen yerde söylenirmiş böylesi. Bizim Gölpazarımız´ın anlatılanı tümüyle doğrudur ve de onayı cümle ahaliden alınmıştır, bilesiniz.

             Hasan Otu bu kafilenin gediklilerinden. Muhabbetin siyaseti olacak ki tadından yenmesin. Siz lokantanın önünden geçerken sigara dumanının altında gözleri baygınlaşmış, anason kokusundan içeri girilmez olmuş sanırsınız da aldanırsınız. Osmanlının Lale Devri şairi Nedim üstadımız ne demiş;

 ?Meyhane mukassi görünür taşradan amma

Bir başka ferah, başka letafet var içinde.?

             Meyhanede şiirden, şarkıdan, gündelik işlerden konuşulacak da laf dönüp dolaşıp siyasete gelecek en sonunda. Bu işin piri kim, elbet Hasan Otu. Demokratla Halkçılar bu memleketi düzeltemediler, milletimiz açlık ve perişanlık içindedir ve de üç dönüm buğday ekmekle çözülecek bir iş değildir, deyip Milli Kalkınma Partisinin Sanayi Politikası anlatılacaktır.

             Kalkınma söylevi düğünden dönüp eşeğini karşıdaki dut ağacına bağlayıp klarnetini kutusundan çıkararak içeriye giren Bolatlılı Deli Halit´e kadar devam edecektir. Önce bir Hicaz Taksim, Hicaz Taksim ki dinleyenin gözlerini yaşartacak cinsinden. Sonra:

 ?Nereden sevdim o zalim kadını

Bana zehretti hayatın tadını?

             Şarkısı geliyor. Köftelerin cızırtısı bitmiş, salatanın yağı bile tükenmişken kahveleri kapatmak için gezen candarmanın pencereyi tıklatması duyulacak. Bir başka akşamda buluşmak dileğiyle öpüşüp, iyi geceler temennileri edilecek.

             Dut ağacına bağlı boz eşek çözülüp Katırcı Halil Nasrettin Hoca misali eşeğe ters binip aşağıda Deli Halit ?Erfaneler, şerfaneler? güvey kapatma havasıyla Yeniköy yoluna düşülecektir. Yine ceket omuzda, baston kolda ?

             Herhal sende bu meclislerde bulundun ki böyle etraflı yazıyorsun diyeceksiniz de bu işe hem yaşımız, hem makamımız el vermiyor. Biz yine çok anlatırlardı diye bağlayalım sözü.