Haziran yağmuru çiseliyor kentin üzerine.
Kurban Bayramı’nın ilk günüdür.
Bayramlar, insanların bulundukları yerleri hem ruhen hem de fiziken terk ederek üst bir zamanda buluştukları sevgi, saygı ve kaybettiklerini hatırlama törenleri.
Camına yağmur damlacıklarının senfonik bir resim çizmeye başladığı otomobilimin içerisinde oturmuş telefonumdan bayram kutlamalarını okuyup yazarken birdenbire sağ yanımda bulunan parktaki çalıların arasından yuvarlanarak debelenen bir can(lı)nın gelmekte olduğunu fark ediyorum.
Az sonra yavaşça durarak kımıldamaz bir görüntü veriyor.
Otomobilimden usulca inip yanına yaklaşıyorum. Gördüğüm, yalnızca gözlerini kırpıştıran küçükçe bir tavşandır.
Beni fark etmiyor.
Eğilip fotoğrafını çekiyor ve bir süre gözledikten sonra can verdiğini düşünerek yeniden otomobilime dönüp yaşayıp yaşamadığını gözlemeye başlıyorum. Gözümün önünde ölmekte olan bir canı çaresizlik suçluluğuyla izlemeye bir de utanma duygusunun eklendiğini yaşıyorum.
Bugüne kadarki yaşamımda ilk kez bir hayvanın eceliyle ölmekte olduğuna tanıklık ediyorum.
Aniden bir karga peydahlanıyor, kurban bayramının benim ilk kez tanıklık ettiğim bu gariban kurbanının üzerinde. Kurbanını dikkatlice izledikten sonra hızla ilk gaga darbesini indiriveriyor minicik gövdesine.
Zavallı kurbancık hemen tepki vermeye çalışıyor ama nafile çünkü son derece dermansızca karşı koymaya çalışıyor.
Tam bu sırada ikinci bir avcı hızla pike yaparak türdeşinin yanına konup aynı saldırı tekniği ile o da gagalamaya başlıyor biçare kurbanımızı.
Bu kez yeniden çırpınan kurbanımız, her iki avcıyı şaşırtarak püskürtüyor. Ve birdenbire her iki amansız avcı havalanarak doğal sunaktaki kurbanı terk ediyorlar.
Nefesimi tuttuğumu fark ediyorum, çaresizlik utancı içerisinde.
Az sonra yeniden başka bir karga daha süzülerek kurbanımızın üzerine çöküyor fakat gelip geçen bisikletlilerin sıklaşması üzerine hemencecik havalanarak uzaklaşıyor.
Sahipsiz ve çaresiz kurbanımız son bir hamleyle çalılara doğru yuvarlanıyor ve çok geçmeden duruveriyor.
Çaresizliğime boyun eğerek otomobilimi çalıştırıyor, „bayram“ olarak adlandırdığıımız binlerce yıllık ritüelin nasıl ortaya çıktığına ilişkin derin ve karmaşık düşünce ve hislerle minik kurbanımıza bir kez daha bakamadan usulca „adak“ yerinden uzaklaşıyorum.
Doğanın “kurban çemberi”ni anlayıp kabullenebilsem de insanın korkularını hafifletip suçluluk duygusunu bastırabilmek için hayvanları ve hatta kendi hemcinslerini kurban etmesini ise içime sindiremediğimi ve hiç bir zaman da sindiremeyeceğimi bir kez daha bilincime yazıyorum.
Bayramınız kutlu olsun ama kurbanınız asla!
Fikret Yıldırım
Çaresizliğin Resmidir
