FİKRET YILDIRIM


INDIVIDUUM YA DA BÖLÜNMEZ “BİR”LİK

.


Nisanın ilk günleri. Güneşli ama soğuk bir öğleden sonrası.

Corona kâbusunun gezegenimizi karış karış arşınladığı günlerdeyiz. Mekân hapsi, zaman hapsi ve en ağırı da ruh hapsi, nefeslerimizi daraltmış bir boyutta evrilip duruyoruz.

Az biraz temiz hava soluyayım diye çıkıyorum evden; kendimle azıcık hasb-ı hal edeyim diye.

Paskalya tatilinin de etkisiyle sokaklar daha bir tenha, trafik çok daha seyrekçe seyrediyor. 

Hedeflediğim noktaya dek, alt üst düşünce ve hislerle varıyorum, günün bana sunduğu görüntüleri algılayıp anlamaya çalışarak.

Bir bekleme kuyruğuna girerek bir bardak kahvemi alıyor, saklı bir yerdeki bir banka oturup bir iki yudumlayışta bitiriveriyorum. Genellikle gençlerin sokakta küçük gruplar halinde eğlendiklerini görüyorum; yaşlılarsa yaşam sahnesinden çekilmiş durumdalar.

Üşüdüğümü fark edip ayaklanıyor ve yeniden eve doğru yöneliyorum. Bir süre yürüdükten sonra birdenbire bir gencin elindeki cep telefonuyla bulunduğu yeri tarif ettiğini fark edince yavaşlıyor ve dikkatimi bulunduğum yere odaklamaya çalışıyorum.

Telefonla konuşan gencin hemen yanıbaşında, yerde birbiriyle ilgisiz görünen eşyaların olduğunun ayırdına varıyorum: Devrilmiş bir alışveriş arabası, konserve kutuları, yarı dolu ve boş şişeler, çeşitli metal ve tahta parçalarından oluşan nesneler.

Derken bu karmakarışık eşya yığıntısının içinde, başında örme bir şapka, sırtında yeşil parka, oturduğu yere baş aşağı bükülmüş ve hiç kımıldamadan, donakalmış bir biçimde bir adam olduğunu görüyorum.

Azıcık kafamı kaldırdığımda bir metro durağının hemen çıkışında olduğumuzu anlıyorum. 

Bir süre daha bulunduğum yer ve zamanı algılamaya çalışıyorum. İçgüdüsel korku ve endişelerimizin üzerine hepsinden daha baskın çıkan “corona” kâbusunun da etkisyle kendimi yakalıyor ve oradan uzaklaşmam gerektiğine karar veriyorum.

Geride, yirmibirinci yüzyılın dev ekonomilerinden biri olan bir ülkenin başkentinde, son yıllarda diğer bir çok Avrupa ülkesinden de gelen evsiz ve barksızların sayılarının inanılmaz sayılara ulaştığının bilinciyle, genç bir adamın güpegündüz, bir metro çıkışında ölmüş olduğunu resmediyorum.

Elim ayağım buz kestikten başka, bir de ruhumun tiril tiril üşüdüğünü hissediyorum.

Almanca’ya Latince’den girmiş olan “Individuum” sözcüğünün kökenine baktığımızda “in” olumsuzluk ön ekinin “bölmek” anlamındaki “divide” eylem kökünden türetilen ve “bölünemez, bir birinden ayrılamaz bütünlük” anlamına gelen “birey”in vahşi kapitalizmin pençesinde nasıl da parçalanıp yok olduğunu görmek, asla kazınmayacak bir çok görüntüden biri olarak belleğimdeki yerini alıyor.

Doğaya yabancılaşan insan artık çoktandır kendine de yabancılaşmaya başlamıştır. 

Kendinden hızla uzaklaşan insanı, doğa asla affetmeyecektir.

Fikret Yıldırım

Görsel | www.haz.de - temsili olarak