FİKRET YILDIRIM


IŞIK

.


Zifirî karanlıktı.

Zaman yoktu. Nasıl ve ne zaman gelmişti bu mekâna, hiç bilmiyordu. Tek duyabildiği sesler, hızlı hızlı atan kalbi ve nefesiydi. Görünürde hiç bir kimse ve yaşam belirtisi yoktu. Kim olduğunu da hiç hatırlamıyordu. Ne geçmişi ne de geleceği vardı. Korkuyor ve soğuk soğuk terliyordu. Burayı bir an önce terk etmezse daha fazla dayanamayacaktı. Peki nasıl hareket edecekti? Ne önünü ne arkasını, ne sağını ne de solunu bilebiliyordu! Bağırsa kim duyacaktı? Hem sesi çıkacak mıydı, bilmiyordu. Yapayalnızdı.

Sonra birdenbire, çok küçük bir ışık görür gibi oldu. Gerçek miydi yoksa o mu öyle görüyordu? Göğsü daha da hızlı inip kalkmaya başladı. Işık, kaybolmuyordu. Galiba gerçekti. Acaba ışığa doğru gitse bu karanlıktan kurtulabilir miydi? Evet evet, bir tünelin içindeydi işte. O gördüğü de tünelin ağzıydı. Parıldayansa gün ışığıydı.

Yürümeyi denese varabilir miydi ışığa, bilemiyordu. Ya ilk attığı adımda boşluğa düşerseydi! Bu duruma da daha fazla katlanamazdı. Ne yapıp edip gitmeliydi buradan!

İlk adımını atıp durdu; evet yürüyebiliyordu ama bastığı zeminin ne olduğunu anlayamamıştı. Sonra ikinci adımını attı. Işık öylece oradaydı. Gerçekti. Ne olursa olsun yürüyecekti, başka kurtuluşu yoktu. Bir köpek gibi solumaya başlamıştı. Titremesi ve soğuk soğuk terlemesi artmıştı. Ama kararlıydı. Yavaş yavaş yürümeye başladı. Her adımda ışık sanki biraz daha büyüyordu.

Korku ve heyecandan başı dönmeye başlamıştı. Kâbus mu görüyordu yoksa? Bilmiyordu. Biraz daha yaklaştığını fark etti ışığa; ışık biraz daha büyümüştü. Evet evet, ışık gerçekti ve yaklaştıkça büyüyordu. Ona doğru yürümekten başka yapabileceği hiç bir şey yoktu.

Azıcık daha yaklaştığında, ışık daha da belirginleşmişti. Ağzının kuruduğunu fark edebildi. Işık büyüdükçe korkusu da büyüyordu.

Şimdi daha da belirginleşmişti ışık işte; bir lambanın altındaki sandalyede bir karaltının oturduğunu gördü birden. Nefesini tuttuğunu sanıyordu, fark edilmemek için. Ama içinden de bir güç onu adım adım karaltıya itiyordu.

Kimdi orada oturan? Ne zamandan beri oradaydı? Neyi ya da kimi bekliyordu? Ya bana zarar verirseydi? Ne yapalım, versindi! Tek çıkış noktası bu lambanın altında oturan o bilinmezdi. Evet, siluetinden anlaşıldığına göre sandalyede oturan bir adamdı. Hiç kımıldamıyordu. Öylece bekliyordu.

Ne olursa olsundu! Yüzünü görüp bu kâbustan kurtulacaktı! Tek çaresi buydu!

Başka hiç bir şeyin farkında değildi artık. Bir adım daha atsa yüzünü görebilecekti, sandalyede oturan adamın.

O adımı attı ve lambanın ışığı altında yüzünü ve gözlerini görebildi o meçhul adamın.

Sandalyede oturan adam, usulca ayağa kalktı. Şimdi göz gözeydiler işte!

Gözlerine inanamıyordu.

Hiç de uzun sürmedi şaşkınlığı. O an ikisi de kollarını açıp birbirlerine sarılıverdiler. Her ikisi de katıla katıla ağlıyorlardı şimdi. Tek kelime edemediler.

Ne zaman, nerede ve nasıl yitirdiğini hiç anımsayamadığı “kendi”ydi yeniden bulduğu.

Bir daha hiç ama hiç ayrılmadılar birbirlerinden.

Fikret Yıldırım

www.youtube.com/watch…

Görsel | http://s2elo.blogspot.de

/resimler/2019-8/17/1402450784742.jpg