FİKRET YILDIRIM


KEŞKE TÜRK OLMASAYDIM

.


Nedenini tam olarak anlayamadığım bir gerekçe ile Yenikapı-Ayrılık Çeşmesi metro hattının Üsküdar durağında indiriliyoruz ve "belediye otobüsüyle yola devam edeceğimiz" söyleniyor.

Bir koltuk bulup oturuyorum. Birazdan otobüs hareket ediyor.

- Keşke ben Türk olmasaydım ya anne!

- Aaa, neden böyle söylüyorsun Elifcim?

Hemen arkamdan gelen bu konuşma üzerine yavaşca başımı çevirip yan gözle kim olduklarını görmeye çalışıyorum. Arkamdaki iki koltukta, genç bir anne ve 5 -6 yaşlarında bir kız çocuğunun oturduğunu fark ediyorum.

Kendimi tutamayıp gülümseyerek:

- Neden Elifcim, neden "keşke Türk olmasaydın"?

- !!!

Tam arkamda oturduğundan yüzünü göremedeğim genç anne:

-Elif kızım İngilizce öğrenmeyi çok istiyor ve zorlanıyor da ondan.

Küçücük bir yüreğin kendinden, kimliğinden utanırcasına vardığı bu masum bilinç düzeyini 21. Yüzyıl'ın ilk yirmi yılında getirildiğimiz dramatik noktadan daha güzel anlatabilecek bu tanıklık unutulası değil.

Milliyetçilik ya da idealizm bir yana, var olma, hayatta kalabilme mücadelesini anadilinden nefret edercesine vermek zorunda kalan küçücük bir çocuğun belki de bir kuşağın, geleceğine ilişkin iyimser öngörülerde bulunmak ise hiç de olası görünmüyor.

Böylesi bir kültür ve eğitim-öğretim erozyonu yaşanan belirsizlikte, en büyük görev ve sorumluluk da, öncelikle anne-babalara düşüyor.

Fikret Yıldırım

Görsel | www.psikopatolojibilimi.com