EROL ERKEN


KIRKA´DAN YENİPAZAR´A- 2

Bir az önce ne demiştik ? Kahya Osman, babamın dünya ve ahiret arkadaşı..


 Bu feragat tahtına sultan olan vahdettedir
                                      Talibi dünya olan,her dem,be dem hasrettedir.


          Bir az önce ne demiştik ?  Kahya Osman, babamın dünya ve ahiret arkadaşı.. Lafı  yineleyelim ki okuyucunun  aklında kalsın.  Eskiler ne demiş?;
        "Et tekrare Ahsen, velev kane yüz seksen".  Tekrar güzel şeydir,  yüz seksen kere bile olsa. Görüyorsunuz ya yaşlılığın hatalarını eskilerin sözüyle kapatmaya uğraşmaktayız.
          Bu, dünya ve ahiret  kardeşliği konusunda oldukça deneyim sahibi olmuşuz.  Günlerden bir gün sevdiğimiz, "başına çok ve ya pek ilavesi"  yapamadıklarımızdan bir arkadaşımız bizi gezmeye çıkardı.  Daha önce tanımadığım,  kasabamıza yeni gelmiş bir arkadaşına misafiriz.
        - Erol ağabeyi tanıyor musunuz ?
        - Yok, dedi  adam. Bakışlarında bizi pek değerli bulmadığını görmekteyiz.
          Arkadaş adımın başına bir kaç ünvan koyarak anlattı kim olduğumu.
          O devirde rahmetli Baki ağabeyimin tabiriyle "siyaset sahnesindeki kale arkasında top toplamaktayız."  Taca, auta giden topları sahaya koymaktayız.

          Adam yüksek yerlerde oturduğundan pek umursamadı bizim ünvanlarımızı. İki çay içip kalktık.
          İkinci durağımız yine ayni....Benim bilmediğim,  onun ahbap olduğu bir zevat-ı kiram.
          Değişik bir sahnede yine ayni oyunlar sergilendi.  Malum, biz leylekler misali kışları sıcak iklimde,  yazları memleket de yaşadığımızdan ismimiz unutulmaya yüz tutmuş. Yeniler tarafından bilinmediğimiz bu sebepten olsa gerek.
          İşte bu " dünya  ve ahiret kardeşliği " lafını pelesenk yaptım dilime.  Dedim ki;
        -Ey, başına çok ve ya pek sevdiğim lafını getirmediğim kardeşim. Eğer beni tanıştırırken;
        - Bu Erol ağabey var ya, benim dünya ve ahiret kardeşimdir, demiş olaydın bana en yüce mertebeyi vermiş olacaktın. Yarın sade bir vatandaş olduk da ne diyeceksin beni anlatırken ?.....
          Bizim kasabanın esnafı salı pazarını yapar da,  çarşamba İstanbul´a sefer günüdür.  Ve lakin Çarşamba Yenipazar´ın pazarı olduğundan Kahya Osman´la babamın İstanbul seferi  perşembe gününe ertelenmede. Takım elbiseler akşamdan ütülenip kravatlar da eklenip sefer hazırlığı eksiksiz tamam olacak. Üstüne üstlük İstanbul kunduraları yamacı esnafına emanet edilip bir güzel cilalanacak... 
          Sefer,  Vezirhan´a gelen on bir treniyle başlıyor. Posta treni.. Eskilere malumdur, en yavaş gideni marşandiz, yük treni, sonrası posta treni,  en hızlısı ekspres... Pek aceleye gerek yok furgona yükleri vermeye.  Lokomotife su ihtiyacı gerektiğinden on beş dakika eğleniyor istasyonda...
          Kompartımanda cam önünde yer bulduysanız ne ala.. Keyfiniz beyde yok demektir.  Bayırköy´ü, Osmaneli´yi  geçtiniz, Mekece istasyonuna geldiniz mi seyyar satıcılar istila edecekler tren  vagonlarını. Mekece satıcılarının namı var bu istasyonlarda. Makbul bir zenaat bunların ki. Her nevi meşrubat,  börek, çörek emrinize amade. Üstüne üstlük ev yapımı. Nevaleyi bir az bolca almalı ki yol arkadaşlarınıza da ikram olsun.
          Arifiye istasyonuna  geldiniz mi bunların seferi bitiyor.  Dönüş treniyle Eskişehir´e kadar aksataya devam.
          Babam Yeni Sabah Gazetesi´ne aboneydi.  Akşam beş treniyle  Vezirhan´a gelen gazete Austin otobüsle kasabaya iner, rahmetli gazeteci Mehmet amca gaste, gaste diye çığırarak gazeteleri abonelerin evlerine kadar ulaştırırdı.  Gazeteden söz açmamız boşuna değil. Trene binerken gazete cebinizde olacak, tren yolu kenarlarında oğlak güden sabiler tren geçerken;
        - Gazete, gazete ,diye koşacaklar trenin peşi sıra. Camdan savuracaksın gazeteyi sevabına. Okuyup dua edecekler.
          Arifiye İstasyonu´ndan sonra türkü çığırtkanları yoklayacak kompartımanları . İki sahifelik saman kağıda basılmış türkü sözleri,  satıcının sesi kendine elveriyorsa makamlı,  değilse mani, mani söylenecek yolcu taifesine. 

        " Bu feragat tahtına sultan olan vahdettedir,
          Talibi dünya olan, her dem, be dem hasrettedir.

          Alevi deyişiyle mest olan yolcu, on beş kuruş olan türkü kağıdına yirmi beş kuruş verip,  duayı da satıcıdan bekleyecektir.
          Haydarpaşa son durak... Ondan sonrası Deniz... Vapurda akşam gazeteleri satılmakta. Bir gün öncesinin haberleri  bayatladığından yeni havadislerin cümlesi akşam gazetelerinde.
        Sirkeci otellerini bilir misiniz?.  İsminin sonuna "Palas" eklenen esnaf otellerini ?.
Gül Palas, Çiçek Palas.... Pek çoğu Osmanlı´dan kalma ahşap yapılar. Palas´ın ne olduğu bilinmediğinden esnaf kısmı pek umursamaz isimlerini. İki kişilik odaları bulduysanız ne ala,  yoksa üçüncü yabancıyı kabullenip yatacaksınız. Çaresi yok..
          Rahmetli Çarıkçı Mehmet amcamın bir otel hikayesi var, mümkünü yok, sırası geldi,  anlatmadan olamaz;
          Eskişehir´e saraciye malzemesi almaya gitmiştim,  diye anlatmaya oturmuştu. Eski Yenipazarlılar´ın malumudur,  devir, hayvanlarla ihtiyaç giderildiğinden bütün levazımat Çarıkçı Mehmet amcam ve çocuklarından tedarik edilmekte. Geç gittiğimden yetiştiremedim alacaklarımı,  ertesi güne kaldı. Esnafın kaldığı Yıldız oteline vardım.
        -Tek kişilik bir odanız var mı, dedim resepsiyonda oturan adama ?.  Biz şimdi resepsiyon lafını kullanmaktayız da , aldırmayın. Eski adı otel katibiydi.
        - Yok, dedi  adam. İki kişilik var,  birini sana veririm,  diğeri şimdilik boş. Boş ama biri gelirse ona razı olacaksın.
          Odaya çıktım, üstümü çıkardım, uzandım yatağın üstüne. İçim geçmiş.. Derken kapı açılıp otuz,  otuz beş yaşlarında,  ayağında kilot pantolon, ayakkabılarının arkası basık,  yarı külhan biri girdi kapıdan ;
        - Selamün aleyküm amca.
        - Aleyküm selam.
        - Bu gece beraberiz demek ki.
        - Öyle olacak delikanlı.
        Adamı gözüm tutmadı, tutmadı da yapacak nesne yok.
        Yorgunluktan devrilip yattım...
        Sabah erken kalkmak, soy adımızdan kinayedir. "İsmiyle müsemma " deyimini biz, " Soy adıyla müsemma " diye değiştirmişiz.  Baktım bizim delikanlı benden evvel kalkmış,  oturmuş,  yastıkların,  yorganların altını, üstünü araştırmakta. Neredeyse hırsından dikişlerini söküp,  içindeki pamuklara bakacak.
        -Ne aramaktasın  kardaşlık, dedim,  bunca telaşı neye yoralım?.
          Alnındaki terleri yastık kılıfına sildi.
        -Sorma amca bey, dedi. Yastığın altına yatarken elli lira koymuştum, onu aramaktayım. Aramaktayım da koydunsa bulasın. Mübarek kuş olup uçtu desem kapı kapalı, baca kapalı. Pencere desen odada pencere yok. Gitti bizim elli lira...
          Düşündüm,  taşındım,  elimi sakala vurup fikre daldım bir vakit. Bu delikanlı bize oyun kurmakta ya hayr olsun.
        -Benim bir kötü huyum vardır evladım, dedim. Böyle kötü bir huy ki düşman başına. Dost üzülür de , düşman duyduğunda zil takıp oynayası gelir. Gece kalkıp uykuda gezerim bir vakit. Gezerim de ne yaptığımı,  ne işlediğimi bilemem. Bu odada bir sen varsın, bir de ben.  Olsa olsa ben almışımdır uykuda gezerken. 
          Cüzdanı açtım, bir elli lira çıkarıp uzattım bizim oda arkadaşına. 
        -Bu para senin olsa gerektir. İyice bak ki bir yanlışlık olmasın. Seni yorduk bir hayli. Hakkını helal et. 
          İşte tam tamamına böyle oldu,  diye anlatmıştı, olmayan elli lirayı verdiğini.  Polise, karakola gitmekten, sorgu, sualden, işten geri kalmaktan kurtulduk. Saf amcayı Nasıl da kandırdım, diye anlattıysa oda onun  hamiyeti !....
          Sirkeci otellerini anlattık da yanı sıra esnaf lokantalarını yazmadan olamaz. Namaz kılıyorsanız Hoca Paşa camii yanı başınızda. Karnınız acıktıysa esnaf lokantaları emrinize amade.  Anadolu´da eski otobüslerin, kamyonların ön ve arka camlarında  " Maşaallah " yazısını gören bir yabancı,  "Bu memlekette " Maşaallah " şirketinin ne çok arabası var" dediği gibi biz de " Bol Kepçe " lokantaları da ondan aşağı kalmaz.  Çorba büyük kasede, ekmek bir bölüğe olmasa da bir mangaya yeter  olunca lokantanın adı elbet " Bol Kepçe " olacak.
          Ekmek bir mangaya yeter deyince İstanbul´a gelmiş bir İngiliz´in  hikayesini anlatacağız çaresi yok. Bir başkasından değil, bizzat kendisinden dinlediğimiz gerçek, ve de hakiki bir hikaye.;
          Yıldız Teknik üniversitesine asistan olarak geldim, diye başladı hikayeye, İngiliz öğretmen.
          Bir zaman sonra babam bu bizim oğlan ne eder, ne işler gurbet ellerde diye merak edip İstanbul´a sefer eyledi. Siz bakmayın " bu gavurlar çocuğun yaşı on sekize geldimi salarlar yularını da, yılkı atları mahpus gibi kalır yanlarında " dediklerine.  Anne her yerde anne,  baba her yerde baba.
          Oturduk,  hasret giderdik, evden, ocaktan, akrabadan, taallukatdan haber sorduk. Akşam oldu. En ucuzundan diyerek Sirkeci´ye bir esnaf lokantasına buyur ettik babamızı. Karşılıklı oturduk muşambalı masaya. Oturduk da ortadaki ekmek sepetine yığma yapılmış ekmek dilimlerinden birbirimizi görememekteyiz. Bir zamanlar hasbelkader bu İngiliz gavurunun baş kenti Londra´ya, lüks bir otelin restoranına  gittiğimizden bilmekteyiz. Ekmek oralarda vesikayla verilmekte. Üstelik dilimler en ufağından, ve de kızartılmış olarak getirilmekte.
          Zavallı babam ürkek ürkek baktı ekmek sepetine;
        -Yemeğin parasından vaz geçtik, bu ekmeğin parası çok tutar be oğlum,  dedi.
          Ben güldüm epeyce, babamın bu haline.
.    
        - Merak etme baba, dedim . Burada ekmeğe para almıyorlar....

          Pek değerli okuyucu, sabrınızın tükendiğini bilmekteyim.
        - Ey, yazıcı !.. Yeter bu trenlerden, otellerden , lokantalardan anlattığın. Biz Kahya Osman´ı, Yenipazar´ı merak etmekteyiz.  Sadede gel, sadede gel demekteseniz.
          Oraya da geleceğiz elbet... Oraya da geleceğiz de dizilerin her on beş dakikasına on dakika reklam koyan yönetmenleri gördüğümüzden bu hastalık bize de bulaştı zahir....
          Nerede kalmıştık ?.......
                                                                                DEVAM  EDECEK ..........

Erol Erken
25.07.2018 09:46:27
Kişi, kendi yazdığına yorum yapar mı? , diyeceğinizi bilmekteyim. Bilmekteyim de "eskilerden kaç kişi kaldı " tabirine uygun değerli kardeşim Hayati Keskin´ den bir haber alamayınca yazmak vacib oldu. Biraz da Hayati kardeşimden dinlesek hatıratmız çoğalacak. Eskilerin çoğu siliniyor hafızalardan. Ufak kıvılcımlar gerek. " Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür " demişler ya.... Cümleye selam olsun....