EROL ERKEN


KIRKA´DAN YENİPAZAR´A 3 "Seferberlik"

Kırka´ dan Yenipazar´a anıların 3´üncü serisi


KIRKA´DAN   YENİPAZAR´A

                                                                                       " Seferberlik"


          Bir Eylül bizim kasaba panayırımızın başlangıç günüdür.
          30 Ağustos Zafer Bayram´ını kutlayan çevre kasabalarının,  hatta ve hatta İnegöl,  ve de İznik´in esnafı ,  ertesi gün hazırlıklarını ikmal edip , Gazi Paşamızın ;
         -İlk hedefiniz Akdeniz ´dir. İleri !... Komutunda olduğu gibi ertesi gün panayır yerinde yerlerini alacaklardır.
          Bu havalide ilk panayır bizim kasaba panayırıdır.  Birinci olmanın yerini son yıllarda Yenipazar´a bıraktık.  Sağ olsunlar Yenipazar  önde gelenleri;
         -Hele siz biraz bekleyin,  biz sizden önce çevre esnafını toplayıp bir hal, hatır soralım,  sonra size gönderelim bir tamam ve de eksiksiz, dediler. Çok da güzel ettiler. Paylaşmanın, bir olmanın tadını çıkarttılar hep beraber.

         1-Eylül-1939 gününü iyi bellemek gerek...Bu dediğimiz gün Alaman Ordu´larının Polonya´yı işgali,  ve İkinci Cihan Harbinin başlangıç günüdür. Bir Eylül bizim panayırın da başlangıç günüdür,  demiştik ya...Her sene aynı günde başlar,  dört gün devam edip gelen esnafına dua ettirir panayırlardan biridir. Doksan altı pare köyün ahalisi bir tamam gelir de,  üstüne üstlük Geyve´nin,  Taraklı´nın,  Göynük´ün, Lefke´nin köylüleri belki eksik kalmıştır,  biz de sayımda bulunalım,  diye akın eder panayırımıza.

          İşte otuz dokuz yılının bir Eylül günü ilan ediliyor seferberlik..."  Falanca,  falanca doğumlular kırk sekiz saat içinde karşılarında belirtilen kıt´alarında hazır bulunacaklar"  telgrafını  alan Askerlik Şube Başkan´ı Binbaşı Rıfkı Bey tellalları çıkarıp bir güzel okutuyor Askeriyenin emrini. " Hevesi kursağında kalma " sözü o  Zaman´dan kalmıştır,  diyorlar. Malını toplayan esnaf Taifesinden manifaturacısı,  ayakkabıcısı,  bakırcısı,  kalaycısı  ilk bulduğu vesait ile öyle hızlı terk ediyor panayırı ki,  susuz değirmen daha kalabalık kalıyor panayır yerinden.

          İsmet  Paşanın " ben sizi ekmeksiz koydum amma babasız koymadım" demesiyle Toprak Mahsullerinin siloları silme dolduruluyor da,  yenilerinin yapımı da hızla devam etmekte.  Buğdayın kilesi bilmem kaç liradan bilmem kaç liraya yükselince ( otuz dokuz yılında  bir kg. Buğday beş kuruşken, kırk bir, kırk iki yıllarında yirmi yedi kuruşa yükseliyor.) fırıncı esnafı arpayı, çavdarı,  yulafı buğdaya ekleyip yeni model ekmek üretmekte.

          Vesika diyeceğim,  ekmek karnesi diyeceğim şimdi. Diyeceğim de zamane gençleri lügati açıp anlamını arayacaklar ister istemez. Ergün Bey kardeşim himmet eder ekmek karnelerinin resimlerini koyarsa ne ala.

/resimler/2018-7/30/1014451001912.jpg

/resimler/2018-7/30/1015080377486.jpg
..
          Ekmek vesikaya bağlanıyor büyük şehirlerde. Ekmeği değil ama şekeri vesikayla almışlığımız vardır. Bir bayram arefesi  Belediyeden aldığımız üç okkalık vesikayı,  Alapan´ın dükkanından şekere tahvil ettiğimiz bu günkü gibi hatırımızda.

          Kahya Osman yaş yaşamış, gün görmüş Adam. Üç köy ekmeğini çantanın bir yanına koyup, öyle çıkmış İstanbul Seferi´ne. (Bu benim yazıcı bazen kelimeleri benim istediğim gibi değil, kendi keyfince yazmakta. Zeki Hocamızın manavcasında yazdığı gibi " elleşmeyelim, öyle kalsın" )

          İstanbul lokantalarının en meşhuru Sirkeci´de " Konyalı" lokantası.  En babayiğidin cüzdanı elverse de giremeyeceği cinsinden Konyalı. 1895 yılında Konya´nın Doğanbeyli´sinden kalkıp gelmiş Hacı Ahmet.  Soyadı kanunu çıktığında bizim Katırcı Halil gibi;
         -Biz bu milleti şimdiye kadar tıka basa doyurduk, izniniz olursa soyadımız " " Doyuran "  olsun diyesiymiş.
          Tarihten  çokça bahsetmemiz rahmetli komşumuz Zeki ağabeyden miras. Biz daha talebeyken tarihten anlatmamız hoşuna gitmiş, adımızı söylemez olmuş, tarihçi diye çağırmaya başlamıştı.  Soyadı kanunu almaya soyunsaydık bizim de soyadımız " tarihçi" olacaktı herhalde.

          Gedikpaşa, Sultan  hamam esnafıyla  boğuşmaktan bunalan Kahya Osman´la babam akşama Konyalı lokantasına atıyorlar kendilerini. Paltoları, fötr şapkaları vestiyere bırakıp oturuyorlar garsonun gösterdiği masaya. Kahya Osman gün görmüş, yaş yaşamış dedik ya, ekmeğin birini kese kağıdına sarıp almış yanına.  O devirde kağıttan yapılmış torbanın adı "kese kağıdı"...
         -Size ne ikram edelim efendim, lafı siparişin kibarcası...
          Kahya Osman kese kağıdından köyde yapılmış ekmeği çıkarıp uzatıyor garsona.
         -Hele önce sen bunu güzel bir dilimleyip getir masaya. O zamana kadar biz biraz soluklanıp düşünelim neler yiyeceğimizi.
          Yemek siparişi  veriliyor, kocaman köy ekmeği masanın baş köşesinde...Yüzde kırka kadar çıkan çavdar karışımı ekmek yemeğe başlayan İstanbul ahalisi imrenerek bakmakta gelip geçerken.
          Ötesi babamdan nakil;
          Karşı masada tek başına oturan süslü, iyi giyimli bir bayan devamlı bize bakmakta. Bakışları neye yoracağımı kestiremiyorum. Tanıdık desen değil, ortalık malı desen Konyalı´da ne işi var?.. Bir hayli bakıştık..
         -Karşıdaki hanım epeydir bizi gözetlemekte. Bir türlü çözemedim. Sen ne dersin acaba ?..
          Arkası dönüktü  Kahya Osman´ın. Döndü, o yana baktı, baktı....
         -Bilemedin mi hay Süleyman´ım. O bakmalar bize değil, tabaktaki köy ekmeğine..
          İki dilim ekmek aldı eline,  kalktı;
         -Canınız çekti hanımefendi herhal , dedi bayana. Buyurun afiyetle yiyin. Evimizden , kendi yaptığımızdan bu ekmek.
          Kadın utandı, kızardı, ne yapacağını bilemedi.
         -Çok teşekkür ediyorum , dedi. Zahmet ettiniz, gerçekten çok özendim. Borcumuz ne kadar?..
         -iki dilim ekmeğe borç yazılması nerede görülmüştür?. Afiyet şeker olsun. Bu da geçer demiş eskiler. Bir gün yine burada karşılaşırsak siz de iki dilim ekmek ikram edersiniz bize, ödeşiriz....

          Akşama kadar babamın ayak gölgesine basarak Yenipazar´ı dolaştık.  Nahiye Müdüründen, candarma kumandanına, babamın hemşehrileri  Boşnaklara,  esnaf komşulara kadar tanıdık, tanımadık cümle ahaliye selamlar vererek akşamı  ettik. Çok insan tanımanın faydaları mutlak var da zararı var mıdır acep derseniz Vezirhan´lı  Yusuf Aganın hikayesi  gelecek önünüze;

          Devir, jeeplerle yolcu taşınan günlerden söz açma devri.  Kulakları çınlasın  Erdoğan ağabeyim jeepin ikinci kaptanı. Aman, Vezirhan´a yolcu çıksa da kahveye oturup Yusuf Aganın muhabbetine katılsak diye çırpınmakta.  Yolcunun parası mı?. Hiç mi hiç kıymeti harbiyesi yok. Benzin parasını kurtarsın, yeterde artar bile.

          Yusuf aga bütün gün kahvede oturur, her gelenle sohbet eder, yarım yamalak Türkçesiyle yolcuyu güldüren bir muhabbet adamı. Vezirhan istasyonu bizim uğrak yeri olmasından  mutlak herkesin yolu düşecek istasyon kahvesine ve de Yusuf Aganın tanıdık defteri gün be gün dolup taşacak kimlik bilgilerinden.

          Günlerden bir gün,  Gölpazarı panayırının ikinci günü örme sepeti koluna takıp, arkasına da hanımı katarak iniyorlar dört yol ağzında.  Panayır yükünü almış, insan seli desek pek abartı olmayacak, vuruşmadan geçilmiyor bir sergiden bir sergiye.

         -Oooooo, hoş geldin  Yusuf aga!..
         -Hoş bulduk , hoş bulduk Kenan´ım.
         -Ne var, ne yok Vezirhan´da?.
         -Ben bıraktığımda yerinde duruyordu ya ,  her halde kımıldamamıştır yerinden.
          Üç adım atıyorlar, elinde sepet,  arkada hanım.
         -Oooooo, hoş geldin Yusuf aga!. Ne var, ne yok Vezirhan´da?.
         -Kazık çakıp, Urganla bağlamıştım kahveyi, uğursuzun biri söküp çıkarmadıysa kazığı,  yerinde duruyordur mutlak
         Bu defa dört adım diyelim de Aslı´na uygun olsun.
        -Oooooo  Yusuf aga nerden bu geliş?. Sepete bakarsan alacakların listesi pek kalabalık galiba?..
         -Lafı tam yerine kondurdun da cüzdanı evde unutmuşuz. Listeyi sana versem hak edebilir misin aksatayı ?.
          Altıncı Oooooo dan sonra sabrı tükeniyor Yusuf Aganın.
         -Al bu sepeti Mari, diyor Yusuf aga. Cüzdanın tümü de sana emanet.Al ne alacaksan panayır yerinden.
         -Sen ne yapacaksın adam, ben kadın başıma ne yaparım, ne ederim?.
         - Ben Oooooo  yapacağım biraz daha. Elbet bir yerde buluşuruz Mari.

        Her ne kadar bu Oooooo lar Yusuf Aganınki kadar olmasa da ona yakın pelesenk olmuş Yenipazar´ın diline.

          Yemekler hazırlanmış... Lüks lambanın ışığında oturmaktayız. Kahya Osman iki de bir kalkıp pompalıyor lüksü. Onun canı da hava. Havası azalan lüksü hiç hesaba almayacaksın. Işığı kandil gibi kalıyor. Kuş sütü eksik. Ben ezelden beri yemeğe burun kıvıranlardan biri olduğumdan siniye değil de etrafa göz gezdirmekteyim.
          Bizim oralarda dört metreden şalvar dikerler.  Kırmızısı çok,  gülü  ziyade olanlar revaçta.  Buradakiler bir başka göründü gözüme.  Kareli kumaştan şalvarlar.  Göynük´te, Mudurnu´da , göreceğiz sonraları. Adı oralarda " don" diye söylenmekte. Şimdi biz " Gariban Doncu" nun  hikayesini anlatmayalım mı ahaliye?.

          Bizim esamimizde " pazarcı" yazdığından Taraklı´nın, Göynük´ün pazarlarını dolaşacağız ismimizden kinaye. Pazar, pazar dolaşırken İstanbul´dan gelme bir İsmail kardeşimiz de dahil oldu kervana. Giyim, kuşam adına sergi kurup hanımıyla pazar eylemekte. Pazarlardan bir pazar Göynük´te tezgahı açıp müşteri beklemekteyken bastona dayanmış yaşlı bir teyze yanaşıyor sergiye;
         -Bu donluklar kaça gidiyor, a güzel oğlum?.
         (Sayıların hesabı hiç aklımızda kalmadığından diyemeyeceğim parasını.)
        -A güzel oğlum, ben senden evvel bizim hocaya uğradım. Ayni senin dediğin fiyatı söyledi. Bizim bastona dayanıp buralara kadar gelmemizin iskontosu yazmıyor mu sizin kitabınızda?.
         -Hoca variyetli adamdır teyzem.  Bilirsin, bir keçisi eksik, onu da ben tamam edeyim dersen keyfine. Amma ben garibanım, hemi de garibanların yarışması yapılsa birinciye gelmesem de ikinciliğim garanti sayılır. Benden alsan sevabı da sırtında bil. Garibanın duası buralarda Tabak Dedenin, Akşemsettin  Hazretlerinin duası kadar olmasa da ona denk düşer.  Yine de sen bilirsin.
                Teyzemiz bir donluk kumaşı kestirip ve de parasını bir tamam sayıp dua ile ayrılır sergiden.
         -Pazar çantan pek yüklü görünmekte Fatma teyze.  Tümden pazarı çantana mı doldurdun yoksam?.
         -Kurt kocayınca kedilerin maskarası olurmuş diyordu eskiler. Sen eylen Hatice kızım, sen eylen.. Bu ihtiyarlık sana da ilişirse görürsün dünya kaç arşındır.
         -Sözden alınmak pek moda oldu bu günlerde Fatma teyzem. Aldığını merak etmekteyiz.
         -Bir donluk kumaş aldım. Bizim don elini eteğini çekmekte bu günlerde. Yenileyelim dedim ahir ömrümüzde.
         -Sen daha çok donlar eskitirsin de bizim bile göreceğimiz şüpheli. Kimden aldın, kaça aldın?.
         -Bizim hocaya vardım ilk peşin. Bilirsin hoca biraz yükseklerden uçar. Bir de sergileri dolaşayım dedim, buraya geldim. Meğer burada da değeri aynıymış kumaşların.  Hocaya bir eşek yükü laf ettik, bühtan eyledik. Acıdım şu karşıdaki pırtıcıya. Ben garibanım dedi, benden alırsan ne ala, götüremeyeceğin kadar duayı da yükleneceksin hanım teyze dedi. Eğer siz de alacaksanız bu gariban doncudan alın. Hem ayni fiyat, hemi de dualı...
          İsmail´in adı " Gariban Doncu " kaldı o günden sonra. Adı unutuldu da neredeyse hanımı da çağırırken adını unutup " Gariban Doncu " demekte. " Adı kaldı yadigar" lafı tam üstüne oturdu İsmail´in....

          Uyku  nasıl akar insanın gözünden ?. Bu lafı bir türlü çıkaramadım çocuk aklımla Kahya Osman söyleyince. Bu uyku denen şey  nasıl oturmuş gözümüze su gibi ?.
          Çarşaflar, yorganlar mis gibi sabun kokmakta...On dört numara gaz lambası kapının önünde söndürülüyor. Fitilden yayılan gaz kokusu odaya sinmesin diye. Lamba gitti de pencereden zayıf bir ışık odayı aydınlatmakta. Pencereye arkam dönük olduğundan bilemiyorum ışığın nereden geldiğini. Döndüm, pencerenin önünde büyük bir batarya. Bizim radyonun bitişiğinde olmasından bilmekteyim bataryayı. Cep lambasının ampulü bağlanmış iki telle. Gece lambası!... Yetmiş yıldır unutmadığım  Kahya  Osman amcanın icadı !... Uzun bir süre seyrettim bu müthiş icadı!..
         -Biz de yapalım aynısından baba..
          Çocukluğumun, Yenipazar´ın en güzel hatırası. Bataryalı gece lambası....
 
          Sabah yola revan olacağız. Nasuhlar´a, Hüseyin Beye konuk gitmekteyiz.  Nasuhlar Nasıl bir memleketmiş, görelim, görelim de hikaye edelim cümle ahaliye..

                                                                                        DEVAM  EDECEK.....