EROL ERKEN


KIRKA´DAN YENİPAZAR´A- 4

"Ekin´in olduğu yıl köylünün yüzü gülmez aslında. Kasaba esnafının yüzü güler. Çünkü çarşıya, pazara, kantara, teraziye bildiğin Hızır uğrar."


/resimler/2018-9/19/1519154052523.jpg

"Ekin´in olduğu yıl köylünün yüzü gülmez aslında. Kasaba esnafının yüzü güler. Çünkü çarşıya, pazara, kantara, teraziye bildiğin Hızır uğrar."   

          Cümlemizin merak  ettiği şeyler vardır. Kiminin merakı tarih üstüne, kiminin kimya , kiminin fizik üstünedir merakları. Bizim de merakımız isimlerdir. Yolda yürüyen , parkta oynayan bir çocuk görsek ismini sorarız, sorarız da ardından;

         -Enes ne demek, Mustafa ne demek, Hüseyin ne demek deyip cevabını bekleriz. Pek çoğu bilemez de , Mustafa, Mustafa´dır, Hüseyin, Hüseyin´dir deyip geçer gider. 

          Hangimiz Kırka´yı, Bel-Kilise´yi, Kösüre´yi, Sorguncukahiler´i, Danişmend´i merak edip araştırdık?. Sorduk mu eski yaşayanlara, yahut kitaplara?. Bunca okuyanımız, bunca eli kalem tutanlarımız haber verdi mi bu dediklerimizden?. Yoksa çocukların dediği gibi;

         -Kösüre, Kösüre´dir, Danişmend, Danişmend´dir mi dediler?....

         Bizim oturduğumuz topraklar Osmanlı Beyliğinin kurulduğu topraklardır. Ertuğrul Gazi´nin , Kara Osman Beyin, Samsa Çavuş´un, Akçakocanın, Şeyh Edebalının, Dursun Fakih´in  ayak izleri duruyor hala toprağın üzerinde. 

        -Hoş geldin, safa geldin, ne ettin, ne işledin, nice memleketler gördün, diye soran Kaplan Çavuşa ne demişti Yunus Emre?

.

                              Taptuğun  tapusunda 

                              Kul olduk kapusunda

                              Yunus,miskin çiğ idik 

                              Piştik Elhamdülillah.

 

          Yunus misafir olmadı mı bize?. Kırk Ağalar;

         -Hele eğlen Ozan´ların Şah´ı. Aşımızdan Yemen gerek, suyumuzdan içmen gerek, üç güzel söz demen gerek, gönlümüzü hoş etmen gerek demediler mi?.

          Samsa Çavuş Sakarya boylarında kol-kanat olmadı mı ahilere ilimizde?. Mezarı Hacı Musa´lar köyünde. Bize olsa olsa üç adım çeker...Böylesine bereketli topraklar üstünde gezmekteyiz. Şeyh Edebalı´nın duası var üstümüzde. Yunus´un , Ertuğrul Gazi´nin duası ile durmaktayız. Kayı boyunun, Bayat boyunun, hatta ve hatta Danişmend Gazi´nin destanlarıyla yaşadı bizim atalarımız. Rahmet olsun , 

Kara Osman Beyimiz Samsa Çavuşla Taraklı Yenicesini, ve de Göynük´ü fethe giderken az biraz soluklanmadı mı bizim köylerimizde. Ayran içip, gözleme ikramı olmadı mı bacılarımızdan dua ile?....

 

          Eskiden bıçak bileyicileri gelirdi sokaklarımıza. Özellikle bayram arefeleri. Biley taşını eliyle çevirenler de olurdu, ayaklarıyla da çevirenler. O sert taşlar nereden gelirdi?. Kösüre´de  çok mu bu taşlardan ki köy, adıyla müsemma olmuş?.

          İnce söğüt dallarından sepet örerler. Dallar inadına yumuşaktır,nereye çeksen oraya gelirler. Çalıya benzer bu söğütler. Eskiler "sorgun" demişler bu sepet örülen söğütlere. Osmanlı Ahileri bu güzel köyümüze yerleşip güzel mi güzel, sepetler örmüşler de köyümüzün adı Sorguncukahiler´mi  olsun demişler?....

         Ya Danişmend !....İcazet almaya hak kazanmış bir medrese talebesi, yıahut bir Derviş konup gelmiş buraya da , buranın adı Danişmend olsun mu demiş?....

          Yüksek  bir yere, görünen, herkesin göreceği bir tepeye kilise kondurmuş Rum Milleti. Adı Bel-Kilise olsun demişler. Osmanlı böyle bir ad uygun olmaz deyip Belkese  ismini mi uygun görmüş köyümüze?..Biz bunları hayal hanemizden uydurmaktayız. Sizler kulak vermeyin dediklerimize. Mutlak erbabına malumdur. Lakin soru işaretleri çoğaldıkça aklı karışıyor insanın..

 

          Nasıl gittik,neyle gittik, Ergün Bey kardeşimizin dediği üzre, beygirle mi, atla mı vardık Nasuhlar´a aklımızda kalmamış. Altmış hane kadar vardı diyor eskileri bilenler. 

         " Erbabına malumdur" sözü bizim lügatın en başında yazıyor. Çokça kullanmamız o sebepten olsa gerek. "Nasuh" nasihattan gelmekte Arapçada. Nasuhlar çoğulu. Nasihat edenler,öğüt verenler, vaizler....Pek önemli kişiler kurmuş köyümüzü demek ki.Meşhur hikayedir;

 

          Buhara´dan göç başlamış. Hoca Ahmet Yesevi´nin talebeleri Anadolu´ya gitmekte. Küçük  Mustafa babasıyla kırda gezerken görüyor göç kervanlarını.

        -Baba, bunlar nereye gitmekte?.

        -Anadolu´ya giderler Mustafa´m.

        -Neden gitmekteler?.Buhara dar mı gelmiş bunlara?.

        -Oraları aydınlatmak için oğulcuğum.

        -Neden?. ORALARDA GÜNEŞ DOĞMUYOR MU.?....

 

          Bunlar o "Nasuhlar´" mı yoksa?.Bunlar Hoca Ahmet Yesevi´nin Anadolu´yu aydınlatan talebeleri mi ola?..." Onlar ki Belh´den , Buhara´dan gelmişler" diyen şair kimdi?.....

         Ev, avlu içinde, etrafı çevrili. Hüseyin Bey çiftçilik işini çekip çevirmede. O gün ekin biçilecek. Günü geçirmek olmaz , denmekte. Misafirleri ağırlayacak aile efradı, akraba-i taallukat toplanmış. Ben de gideceğim Hüseyin Beyle diye tutturdum. Sıcağın en halisinden bir gün. Annem razı olmadı da , babam izin kağıdını yazıp verdi elimize. 

           Üç kişiyiz. Hüseyin beye hanımıyla ben eşlik etmekteyiz. 

           Tırpan denen aleti ilk peşin orada görmekteyiz. Orağı, yabayı, ekini toplayan tırmığı....Ben cılız kollarımla Hüseyin beyin biçtiği ekini tırmıkla toplamaya soyunmuşum. Yengenin arkasında yedekçilik yapmaktayız. Sonraları okuduğum bir romanda yazdığı gibi;

         " Ekinin bol olduğu yıl köylünün yüzü gülmez. Aslında kasaba esnafının yüzü güler. Çünkü çarşıya , pazara, kantara, teraziye bildiğin Hızır uğrar." 

          Ekinin  maşallahı var, diyor Hüseyin bey. Bu yıl ambarı büyütmek gerek ve de değeri artacak zamanı beklemek gerek. Arada bir mola verdiriyorlar bana. 

         -Hele sen biraz dinlen Erol, diyorlar. Sana yetişmekte güçlük çekmekteyiz!..

          Bizdeki  Battal Gazi şişinmelerini görmelisiniz. Üç karışlık yeri toplamayı dönümle ölçmekteyiz. 

          Yemeği tarlada yedik. İkindi sonrası köye dönüş...Pek çok iş becermişiz ya meth-ü senalar sıralandı baştan sona. Aferinler, aslan oğlumlarla oturduk akşam yemeğine.

          Avluda akşam  yemeği. Annem imece usulüdür deyip yemek yapmaya soyunmuş. Malum, biz muhacir Taifesinden olduğumuzdan yemekler mahalline uygun olacak. Büryan Anadolu´da değişik şekillerde yapılır da bizimkisi Selanik usulü büryan.. Yanında yemeğe doyamayacağınız höşmerim tatlısı...Annemin baba tarafı mandıracı olmasından kaşar peyniri, ve de höşmerim rahmetli annemin aile mirası. Tekerlek kaşarın üstüne basılan " SÜVARİ" tahta şablonu hala durmakta. 

          Yemeği büyük bir iştahla yemekteyiz. Çalıştık, yorulduk ya  yemeğe burun kıvırmak eskide kaldı. 

          Höşmerimi yiyip, "Elhamdülüllah" demeye kalmadı, ortaya büyük bir tas cacık geldi oturdu. Biz de tatlı geldimi perdeye son yazısı çıktı demektir. Ben çocuk aklımla;

         -Bu cacık da neyin nesi , dedim usulca.

         -Soğukluktur, dedi Hüseyin bey. Kaşığı bol tutun da içiniz serinlesin.

          Yolculukta unutmadığım  iki şey kaldı hatırımda. Birincisi Kahya Osman amcanın icadı gece lambası, ikincisi höşmerimden sonra içilen Hüseyin Beyin cacığı....

         Yemek sonrası avluda çay, kahve eşliğinde sohbet...

          Babamın demokratlığı, Kahya Osman amcanın halkçılığı dostluğa engel değil.  1946 seçimlerini kaybetmenin sorumluğunu açık oy, gizli tasnif meselesine bağlayanlar azınlıkta. 

         -Bu Demirkıratlık tutmaz, Süleyman kardeşim, sözü, işin özeti...

          Buğday biçmiş, tırmık çekmişiz ya gözlerim kapanmakta yorgunluktan. Söz siyasetten ayrılıp eşkiya hikayesine dönmekte. İzmir´in Çakıcı Efe´si varsa bizim de Kara Dura´mız var diyor konuşanlardan birisi. Atçalı Kel Mehmet Efe gibi telgrafhaneye gidip;

         -Yaz, Ödemişli Hasan Çavuşa, deyip emirlerini sıraladıktan sonra, telgrafın altına ne yazacağız, diyen telgraf memuruna;

         -Yaz, diyor göndereni;

         -"Vali-i vilayet, hademe-i devlet. Atça´lı Kel Mehmet" gibi namı yoksa da Kara Dura da ondan pek de aşağı kalamaz"

         Çocuk aklımda kalan bu Kara Dura´yı merak ettim bir zamanlar. Sordum, soruşturdum, arayıp , araştırdım, pek sevdiğim bir arkadaşım Arşimet´in " buldum" diye bağırdığı gibi 1918 doğumlu " ismi lazım değil" i  getirip oturttu karşıma.  Kara Dura´nın evlatlığı imiş bu anlattığım. Çaycı Mehmet´e;

          -Aman, çayı, kahveyi eksik etme, her on beş dakikada bir tazele diye tenbihat ettik.  İki paket fitilli cıgarayı koyduk önüne. Ses alıcımız, kalemimiz, defterimiz önümüzde, ağzına bakmaktayız. 

         -Çayımız, kayfemiz iyi de bu fitilli cıgaralar bize göre değil yiğenim, diye başladı söze. Biz ayınga içmekteyiz. Arada bir saralım da diyeceğimiz aklımızdan çıkmasın.

          Ömrümüz yeter, kalemimiz elverirse Kara Dura´nın hikayesini bir başka zamanda anlatırız okuyucumuza. Sazı güzel, Sesi güzel Yenipazar´lı kardeşlerimize de Kara Dura´nın türküsünün notalarını gönderip bir güzel dinletiriz ahaliye. ( Ergün Bey kardeşimiz, ve de Mehmet Başkan biliyorsa sözümüzü geri alalım.)

          KIRKA´DAN girdik, Nasuhlar da bitirdik yolculuğumuzu. 

         "Gökten üç elma düştü" diye bitirelim hikayemizi. 

          Üçü de okuyanın başına.......