FİKRET YILDIRIM


LA MORTE DİGİTALE

.


     -Alo Ahmetçim ne haber, nasılsın?
     -Ben Ahmet değilim enişte, Mehmet’im ben yahu! Niye karıştırıyorsun ki!
     -Ama telefonun üzerinde senin adın çıkıyor Ahmetçim, nasıl oluyor bu iş!
     -Bu numara benim yirmibeş yıllık numaram enişte, sanırım sen yanlış kaydetmişsin.
     -Yok canım olur mu öyle şey, senin numaran da Mehmet’inki de kayıtlı bende, karışmış olamaz.

Telefon konuşmamız bittikten sonra telefonumdaki kayıtlara baktım, gerçekten de Ahmet’in numarasıyla arayan aslında Mehmet’ti. Çok tuhaftı ama gerçekti.

Bir kaç gün sonraysa bu sefer de isimsiz bir arama görünüyordu telefonumun ekranında. Bilmediğim numaraları açmam ama bu kez nedense parmağım ekrana dokundu ve açıverdim:

     -Alo buyrun, kimi aramıştınız?
     -Nasılsın canım kardeşim, ben Hakan abin. Sesini duymak istemiştim.
     -Benim güzel abim, bu numaran yeni mi? Neden ismin ekranda görünmüyor? Senin numaran bende kaytlıydı!
     -Hayır güzel Kardeşim, benim numaram hep aynı numara.

Bir kaç gün sonra ise bir dost ziyaretindeyken, telefonum birdenbire uykuya dalıverdi ve ne yaptımsa da bir daha uyanmadı.

Çok geçmeden anladım ki, telefonum bir daha açılmamak üzere kapanmıştı. Bunun üzerine telefon kartımı evdeki zamanı çoktan geçmiş telefonlarımdan birine taktım ki, iletişimsiz kalmayayım! Taktım takmasına da neredeyse iki yüz elliye yakın telefon numarasından topu topu yirmi tanesi geriye kalmış görünüyordu. “Tamam şimdi” dedim, “yandı gülüm keten helva”.

Evet yaşadığım, zorla hızlandırılmış modern zamanların “android” (insansı) ya da “akıllı telefon” denilen sihirli el aletlerini taşıyan bizlerin uğrayabileceği en vahim kazalardan biriydi başıma gelen: Morte digitale!

Doğaldır ki, bu zamanların gençleri bu sihirli aletleri kullanırken her türlü önlemlerini alarak yedekleme konusunda bizlerden çok daha seri bir şekilde davranarak gerekli olan bilgilerini yedekliyorlardır. Ya bizim gibi bu “dijital küresel devrim”in en arka vagonlarına yapışmaya çalışan kuşaklar ne yapacaklar bu gibi “error” durumlarda?

“Boşa koydum dolmadı, doluya koydum almadı” derken, yeni telefon siparişi ve elime ulaşması iki haftayı buldu.

İşte bu zorunlu “dijital detoks”un bana sunduğu iki haftayı değerlendirmek için döküyorum bu kadar sözü yazıya.

İlk ayırdına vardığım, özellikle WhatApp ve Signal gibi uygulamalardan gelen vakitli vakitsiz mesajların bıçak gibi kesilmesiydi. Önce hiç aranmıyor olmanın garipliğini hissetmeye başladım, kısa bir süre sonra da bu yeni durum benim aslında daha önceden çok iyi bildiğim bir durumdu. Özlemiş olduğumu fark ettim. “Oh be”ydi, “dünya varmış”tı. İçinde bulunduğum zaman ve mekanların daha da çok farkına varmaya başlamıştım: Kuşlar, ağaçlar, otomobiller, insanlar ve yaşamlarımızı dolduran tüm diğer gerçeklikler...

Bir süre sonra da telefonumun çok seyrek çalmaya başladığını fark etmeye başladım. Hepimizin bildiği iletişim uygulamaları öylesine ezberimiz olmuştu ki, onun dışında neredeyse kimse kimseyi aramıyor gibiydi. “Kaç defa yazdım ve aradım, açmadı, ya çok işi var ya da geri dönecek keyfi ve zamanı yok” çıkarsamalarıyla geri dönmeler erteleniyor olmalıydı.

Bu sürecin hikaye boyutunu burada bitirmeliyim. 

Fakat, bireysel ve küçük gruplar ve giderek de geniş kitleler halinde “homo sapiens sapiens”in bu en son torunu olan biz “homo sapiens sapiens digitales androides” kuşağı bence dehşetengiz bir evrim boyutuna girmiş bulunuyor.

Korkarım gitgide ve hatta çok hızlı bir biçimde önce kendimize, sonra yaşamı paylaştığımız aile bireylerimize, eş, dost ve akrabalarımıza ve en sonunda içinde yaşadığımız toplumumuza ve en en sonunda da dünyaya yabancılaşıyoruz.

Bütün yaşamsal etkinliğimiz “beğenip-beğenilme” sarmalına dolanarak tam bir zaman girdabının baş döndürücü hızına kapılarak ardımızda hiç bir iz bırakmamacasıya dijital kara deliklerde yok oluyoruz.

İnsanı diğer tüm canlılardan ayıran en belirgin özelliklerinden biri düşünebilmesiyse bir diğeri de kendi ve kendi dışındaki zamanı bilinçleyebilip çalışarak varlığını sürdürebilme becerisiydi.

Şiddetle korkarım ki, en son temsilcilerinin bizler olduğuna inandığım bir dönemin idealist gençlerinin neslinin giderek yok olduğu ve yerine gelen x, y, ve z kuşaklarının “yeni dünya düzeni”nin ilk ön cephe savaşçıları olduğudur.

Türümüzün sonu bizden sonrakilere hayırlı olsun!

Fikret Yıldırım

Görsel I www.rienzicomunica.com