EROL ERKEN


MAHKEME KADIYA MÜLK DEĞİLDİR

" Marifet, iltifata tabidir "


MAHKEME  KADIYA MÜLK DEĞİLDİR

                                                               " Marifet, iltifata tabidir "

            Eskiler pek güzel söz bırakmışlar miras olarak. Çoğumuz alıp kullanmaktayız konuşmalarımızda. Bir zamanlar Cenab Şahabettin´in  " Tiryaki  Sözleri " kitabı geçmişti elime. Gençlik zamanımız.  Kahve sohbetlerimizde yeri gelince söylenmek üzere bir deftere yazmıştım hoşuma gidenleri. " Yüksek yerlerde hem kuşa, hem yılana rastlayabilirsiniz. Birisi uçarak gelmiştir oraya, birisi sürünerek.." Etrafınıza, memleketinize bakarsanız Cenab´ın dediklerinden ne çok insan görürsünüz o yerlerde.  Çoğu hatırımda kalmamış " Tiryaki Sözlerinden". Defter de yok yanımızda. Ne edeceğiz ?...  Yazıyı burada kesmek mi gerek?....

          Rüşvetin bol olduğu, makam ve mevkinin akçeyle satıldığı bir devirde benim gibi fikir yoksulu birini  Bağdat´a vali tayin etmişler. Değeri, ederi ne kadarsa ödenip yola çıkmış Vali beyimiz. Bağdat´ı, Basra´yı, Şam´ı örnek gösteriyorlar böyle hikayelerde de biz de oradan naklediyoruz. 

          Dicle kıyısına gelindiğinde zat-ı muhterem bir kayık kiralayıp biniyor azametle.Defteri çıkarıyor çantasından. Aklı eren birileri yazmış valinin görevlerini eline vermiş. Makama yaklaşılıyor ya okunacak ister istemez. Irmağın bir yerinde anafor var. İşe bak ki kayıkçı yeni başlamış işe, acemi.

          Bu anafor lafını pek severim. Receb´in kahvesinde geç vakte kadar otururken üç kişi kalırdık çoğu zaman. Yine böyle bir gecede  Mustafa kardeşim yoldan geçerken kahveye meydancı alınan genç bir arkadaşa seslendi;

         -Ocakçıya seslen de bize üç " anafor´ çay göndersin!....

          Zavallı anlamsız gözlerle baktı bizim Mustafa´ya. Baktı da çözüm bulamadı bizim masadan. Ocağa döndü; 

         -Şu masa üç " anafor" çay istemekte ustam. " Anafor" çay nasıl oluyor?...

          Irmağın anaforu bizim Mustafa´nın dediğinden olmamalı ki kayığı alabora ediyor bir anda. Zavallı defter Dicle´nin suyunda kaybolup gidiyor. Ara ki bulasın. Sayın vali adayı elini vuruyor dizlerine;

         -Dön kayıkçı dayı, diyor ağlamaklı bir sesle. Dön diyor. DEFTER  GİTTİ, VALİLİK BİTTİ !...

          Bir valilik hikayesini de şimdi ismini unuttuğum bir hatıra kitabında okumuştum. Meseleyi anlatan eski bir mülkiyeli.

          1930 lu yıllarda mülkiyede okumaktayız. Her sene sonunda imtihan var. Sözlü yapılmakta imtihanlar. Üçer, üçer alınıyor imtihana girenler. Biz de üç kişi girdik odaya. Yüzü gülmeyen profesör;

         -Söyle bakalım dedi birinciye. Valinin en önemli görevi nedir?.

          Sıra bana gelince öylesine etraflı anlattım ki hocanın kitabı bile böyle güzel anlatmamıştır valinin görevlerini. 

         -Olmadı, olmadı, dedi bay profesör. Eylülde yine geleceksiniz bu odaya, çıkabilirsiniz.

          Öğleden sonra hocanın kitabını tekrar okuyarak ve de benim söylediklerimin aynısını gördüğümden çaldım makam kapısını.

         -Hocam, dedim, dediklerim sizin yazdıklarınızın aynısı olmaktayken neden eylüle bıraktınız bizi?.

         -Bilemedin evladım, dedi. Sen valinin görevlerini saydın, ben en önemlisini sormuştum.

         -Peki hocam en önemlisi ne ola ki bu saydıklarımdan ?.

         -Kulağına küpe olsun talebem, dedi. Bir valinin en önemli görevi " cart, curt" etmektir.

          Şimdiki sayın valilerimizi tenzih ederim. Bunlar eskide kalmış. Basında belediye Başkan´larından pek çok şikayet duyarız da sayın valilerimizden hiç şikayet duymadık. Ellerine sağlık. Hizmetleri daim ola. " cart, curt" eden valilerden bu günlere geldik. Şükür...

          Yazının başlığında mahkeme, ve de kadı olduğundan ister istemez Karakuşi Kadının hikayesini yazmak vacib olmakta;

"Osmanlı döneminde, yolsuzlukları ile ünlü Karakuşi adında bir kadı varmış. Bir gün Karakuşi Kadı, bir fırının önünden geçerken, burnuna güzel bir koku gelmiş. Vitrinde güveç içinde nar gibi kızarmış, sahibini bekleyen nefis bir ördek duruyor. Karakuşi Kadı, fırıncıya ´Ben bunu aldım´ demiş.

Kadıya itiraz edilir mi? Fırıncı hemen ördeği paket yapıp vermiş.

Az sonra ördeğin sahibi gelmiş: ´Hani bizim ördek?´ diye sormuş.

Fırıncı boynunu büküp ´Uçtu´ deyince, iş kavgaya dönüşmüş. Kavga sırasında fırıncı, araya giren bir gayrimüslim müşterinin gözünü çıkarmış; korkusundan kaçmaya başlamış. Gayrimüslim vatandaş da peşinde koşuyor.

Duvardan atlarken, öteki taraftaki hamile bir kadının üstüne düşmez mi! Kadın oracıkta düşük yapmış; kocası da fırıncının peşine düşmüş. Fırıncının çarpıp devirdiği Yahudi bir vatandaş da kızıp peşlerine takılmış...

Sonunda duruma müdahale eden zaptiyeler, hepsini yakalayarak Karakuşi Kadı´nın karşısına çıkarmışlar.

Ördeğin sahibi, ´Bu adam ördeğimi hiç etti´ diye şikâyet etmiş.

Kadı, fırıncıya sormuş: ´Ne yaptın bu adamın ördeğini?´ 

Fırıncı ´Uçtu´ demiş. 

Kadı, kara kaplı defterini açmış: ´Ördeğin karşısında tayyar yazılı. Tayyar´Uçar´ anlamınagelir. halde ördeğin uçması suç değil´ 

diyerek fırıncının beraatına karar vermiş.

Gözü çıkan gayrimüslim vatandaşın şikâyetine de kara kaplı defterden bir madde bulmuş: ´Herkim, gayrimüslimin iki gözünü çıkara, Müslüman´ın tek gözü çıkarıla...´ 

Karakuşi Kadı, ´Şimdi´ demiş, ´Fırıncı senin öbür gözünü de çıkaracak, biz de onun tek gözünü çıkaracağız.´ 

Tabii gayrimüslim şikâyetinden hemen vazgeçmiş. 

Çocuğunu kaybeden kadının kocasına da, Karakuşi Kadı, ´Karını vereceksin, bu adam yerine yeni çocuk koyacak.´ diye hüküm kesmiş 

Böyle olunca adam da, şikâyetini anında geri almış.

Kadı Yahudi´ye sormuş: ´Senin şikâyetin ne? 

Yahudi ellerini açmış, ´Ne diyeyim kadıefendi?´ demiş, ´Adaletinle bin yaşa sen, mi 

          Zamanın birinde kasabamıza yeni bir ilçe tarım müdürü tayin olmuş. Yenipazar´lıların yakın tanıdığı  Selim köyünden Ali Bey... Bizim yakından, uzaktan tarımla ilgimiz bulunmadığından, ve de aklı erenlerin İlçe  Tarım Müdürlüğü binasını kasabaya üç cıgara içimi uzaklıkta yaptıklarından gitmek kısmet olmamıştı. Hemşehrilik gayreti ile arabaya binip kapısına dayandık Ali Beyin. Makam kapısının sağ kolunda bir levha;

                           "MARİFET İLTİFATA TABİDİR"...

          Bilge bir adam oluşu kapısından belli oldu müdür beyin. Çay içtik, sohbet ettik, hayırlı olsun dileklerimizi ilettik, döndük evimize.

          Devrin Belediye Başkanına ziyaretimiz çokça o zaman. Gittiğimizde Ali Beyden, kapısındaki yazıdan söz ettik Başkan´a. Pek hoşuna gitti. 

         -Biz de makam kapısının üstüne böyle anlamlı bir söz yazdırsak ne güzel olur değil mi ağabey diye sual eyledi.

         -Elbette Sayın Başkan, dedim, elbet pek güzel olur.

         -Ne yazsak, neler desek kapı üstüne?..

         -Bir gün ayrılacaksın bu makamdan Sayın Başkan. Eski işine, belki de emekli hayatına devam edeceksin. Her sabah gelip baktığında aklına gelsin bu günler ve de yapacağın işde gözün arkada kalmasın. " Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş" diyerek hayırlı hizmetlere vesile ol. En güzeli şu söz olmalı kapı üstünde bana sorarsan;

                           " MAHKEME KADIYA MÜLK DEĞİLDİR"...