EROL ERKEN


PAŞA AGA 2 Bir mübadil hikâyesi...

PAŞA AGA 2 Bir mübadil hikâyesi...


PAŞA  AGA2

                                                                                                                                                                                          Bir mübadil hikâyesi........

          BİR  BİLGE  ADAM  BENİM  YAZILARIMI  OKUYUP  ŞÖYLE  DEDİ ;

         SEN ESKİLERDEN  YAZIP  "BİZDEN  SONRAKİ   KUŞAKLARA  HATIRA  KALSIN " DİYORSUN YA, BİZ ONLARA  NESİL  DİYORUZ.  NESİL,  ESKİLERE  SAHİP  ÇIKANDIR.  SENİNKİLER  " BELE  SARILAN KUŞAK "....

          HALLAÇ  GİBİ ;  "SÖZÜ KİM  SÖYLEDİYSE ÖZRÜ  O  DİLESİN " ....

 

                               BÖYLE   EMREYLEMİŞ   DEVLET

          Yıllar önce yaşasaydı Orhan Veli, ve de bu şiiri bilseydi Paşa Aga, Selanik limanında vapur beklerken mırıldanırdı kimse duymasın diye;

                       BAKARIM GİDEN GEMİNİN ARDINDAN

                       ATAMAM KENDİMİ DENİZE DÜNYA GÜZEL

                       SERDE ERKEKLİK VAR, AĞLAYAMAM.

          Bir hanede on beş nüfus, Selanik'te kiralanan evde vapur beklemekteler.  Sırası gelen balık istifi yüklenip Anadolu 'ya uğurlanıyor dualarla. Üç ay sürecek bu beklemeler... Akdeniz, Bahr-i Cedit, Gülcemal daha nice vapur gözleniyor rıhtımda....

          Altı erkek , beş kadın, dört çocuk...Süleyman Dedenin ev halkı... Her yeni günün sabahı yeni bir ümid ile uyanıyor insanlar.  Sırası gelmiş, gözlerinde hüzün mü, sevinç mi olduğunu bilemedikleri bir yığın insan güverteden el sallıyorlar rıhtımda kalan insanlara.  Feracesinin altından çıkardığı Kuran'ı dizlerine koyan yaşlı bir kadın gidenlerin ardından Fetih suresini okuyup üflüyor vapur dumanına...Ötede bir küçük çocuk ağlıyor arkadaşını kaybettiği için.

          Küçük Süleyman on dört yaşına basmıştır geçen günlerde.  Paşa aganın  " Bizim Süleyman pek zayıftır maşaallah " diye tarif ettiği üzre babasının gölgesinde gezmektedir gün boyunca.  Kadınlar yemek telaşında... On beş nüfus akşamları asker karavanası bekler gibi sıralanıyorlar yer sofrasında.

          Bele sarılan kuşaktaki sarı liralar gün be gün erimekte.  Vapur sırası ne zaman gelecek ?. Ne zaman bilmedikleri, görmedikleri Anadolu'da başlayacak gurbet günleri... " Gurbetka "  diyorlardı Rumeli'de köyden köye, şehirden şehire göç eden çingenelere.  Şimdi gittikleri yerde onlara da " Gurbetka" diyecekler herhalde.

          Ve....... Müjdeli haberi mübadele komisyonu Başkanı veriyor Süleyman dedeye. Üçgün sonra Gülcemal vapuruyla gidecekler Anadolu'ya. Haberi alan kadınlar " büryan" hazırlığına başlıyorlar akşam yemeği için. Yanında " Tikvinik ". Gözlerine uyku girmiyor gece boyu. Nereye gidecekler, ne yapacaklar, en önemlisi dillerini bilmedikleri insanlarla  nasıl anlaşacaklar?. Sevinç mi onları uykudan eden, yoksa hüzün mü ?.

          Gülcemal vapurunun bacasından çıkan siyah dumanların eşliğinde çıkıyorlar güverteye. İlk  deniz yolculuğu..... Vapurda doğan çocuğa " Bahri " ismi verilen ilk hicret...Dua edelim diyor Zeliha nine çocuklara. Cenab-ı Hak sağ-salim çıkarsın bizi karaya.  Sabilerin duası makbuldür Rabbimizin katında.

          İrlanda tersanelerinde elli sene önce denize indirilen Gülcemal ,kalkış düdüğünü çalıyor Selanik limanına bütün gücüyle. Aylardan Şubat, yıllardan 1924, günlerden Çarşambadır...Saatte on dört mil yürüyen bu emektar Gülcemal  ne zaman varacaktır Anadolu 'ya ?. " Mevlâ görelim neyler" in  Makedonca'sı Paşa Aganın dilinde...Tevekkül  çok önceleri öğrenilmiş, yeni değil.  Onun içindir ki vapura yelken açmaya gerek yok.

          İzmit limanı... Hilâl-i Ahmer cemiyeti kimbilir  kaç gündür peksimet yemekten bağırsakları birbirine yapışmış muhacirlere onları açmak için sıcak yemekler hazırlamış. Aşağıda bir yığın insan hemşehri aramakta. Sonraları Paşa Aganın gelini olacak Süvari 'lerin Zeliha'sı ki " on yaşındadır" meraklı gözlerle aşağıdaki kazanlarda neler olduğunu gözlemliyor. 

         -Baba, bir tencere alıp oradan sıcak yemek getirsem, ne dersin ?.

          Süvarilerin Salih'in gözünden iki damla yaş iniyor uzamış sakalına.

         -Onlar fakirlerin hakkı,  momiçka. Bizim paramız var. İstediğimizi alırız biraz sonra...

          Güneş gri bulutların ardından kendini göstermeye çabalamada...Üç ,beş gün sonra bahar gelecek. Bahar yeni ümitler getirmekte olacak.  Yeşeren, hayat bulan nebatat gibi bu muhacirlere de su olacak, toprak olacak, hayat olacak.

          Trenler istasyonda su ikmali yapıyor. Onlar da canlı gibi... Su olmazsa yürümüyorlar.  Küçük Süleyman hayretle bakıyor trenlerin su alışlarına. En çok da kalkıştaki düdük seslerine kulak veriyor.  " Ne kadar gür sesleri var " diyor yanındakilere.

          Sabah namazları öncesi Selanik camilerinde peş peşe ezanlar okunurdu Saba makamından. Nerede kaldı o müezzinler, o ezanlar ?... " Gavur memleketi oldu Selanik " diyor Hafız Osman.  " Beş yüz sene ezan okunan camiler öksüz kaldı".

          İki kompartman, on beş muhacir... " Meçhule giden bir tren kalkar bu istasyondan " naziresi tam üstüne oturuyor bu yolculuğun.  Bilecik vilayeti,  Gölpazarı kazası, Türkmen köyü... Ermeni taifesinin " Bunca yıl oturduk, yeter gayrı, biraz da Avrupa'yı, Amerika'yı gezmek, oralarda yaşamak gerek deyip terkettikleri  Türkmen köyüne yazmış devlet iskânlarını.  " BÖYLE   EMREYLEMİŞ  DEVLET " diyor Süleyman dede. Bize itaat etmek düşer.  Elbet büyüklerimiz düşünmüştür bizim rahatımızı. Yine " mevlâm görelim neyler " demek düşüyor ahaliye...

          Vezirhan istasyonunda inecekler.  Türkçe bilen muhacir rehberlik etmekte. Az kaldı diyor yanlarından geçen kondüktör. Az kaldı...Makas değiştiren lokomotif uzun uzun çalıyor düdüğünü istasyona gelişini bildirmek için. Yine su tankının yanına yanaşmış tren susuzluğunu gidermeye... İnenler el sallıyor kalanlara. Nereye gideceklerini bilmeyenlere...

          Türkçe bilen muhacir " ismini unuttuğumdan biz ona Mülayim aga diyelim" Türkmen köyüne  nasıl gideceklerini öğrenmeye çalışıyor istasyon şefinden. Arka tarafda yaylı arabalar varmış Gölpazarı'na gidecek. Çift koşumlu üç yaylı araba istasyonun arkasında yolcu beklemekte.  Kime yetecek bu arabalar? .  

         -Kadınları, küçük çocukları ve biraz da eşyaları koyalım arabalara, diyor Süleyman dede.  Biz yürümeye alışkınız nasıl olsa. Kaç saat çeker acaba buradan kasaba ?..

          Konuşmayı çeviren Mülayim agaya gülümsüyor arabacı ;

         -Anlat ona , diyor.  Adamın biri falanca köye gidiyormuş. İlk defa...Yolun bir yerinde kenarda  çift süren bir rençbere rastlamış.

         -Selamün Aleyküm kardaşlık, demiş.  Falanca köye gitmekteyim.  Buradan ne kadar çeker acaba ?.

           Adamda ses yok. Tekrarlamış söylediğini yolcu.

           Adamda yine ses yok. 

           Bir acayip adam herhalde  diye söylenmiş. Biz yolumuza devam etsek gerek. 

Beş on adım atmış' atmamış seslenmiş arkasından çift süren adam;

         -Tasa çekme kardaşlık, demiş. Üç çeyrekte ordasın.

          Şaşmış adamcağız üç defa seslendiği adamın cevap vermeyip arkasından söylediklerine.   

         -Yahu, demiş, selam verdim, sual ettim' cevap vermedin de, şimdi bu söylediğin ne ola ?.

         -Ben yürüyüşünü görmediğim adamın falanca köye ne kadar zamanda gideceğini nereden bilebilirim efendi. Sen bu yürüyüşle üç çeyrekte köydesin.

          Bu lâfa gülmüşler, gülmesine de yine de sormuşlar ne kadar çeker diye. 

         -Keseden gitmeyi bilmediğinizden ana yoldan gideceksiniz zahir. Kalıbınıza bakınca sekiz saat yeter diye düşünüyorum da Allah ne yazmış göreceksiniz...

          İnceden bir yağmur çiseliyor.  Ahmak ıslatan cinsinden. Arabalar biraz önce hareket etti. Güneş yüzünü gösterecek gibi duruyor.  Baharın kokusu geliyor karşı tepelerden. Çam kokusu, meşe kokusu, ardıç kokusu...Küçük bir serçe kuşu çam ağacının tepesinden bakıyor bu yeni gelen muhacirlere. Sonra uzun uzun ötüyor sanki hoş geldiniz der gibi.

          Sakarya deli dolu akarmış bu zamanlarda.  Kar sularının erimesinden olsa gerek.  Dikkatli olmak lâzımmış sala binerken. "Mazallah düşersen Geyve'de ararlar seni, " diye tenbih ediyor giden arabacı...

         -Yola çıkma vaktidir, diyor Süleyman dede.  Allah yardımcımız olsun. Besmeleyi unutmayalım evlâtlarım. Sağ ayak besmelesiz atılmaz derim her zaman. 

          Aga Mustafa yün çorapları biraz daha yukarıya çekiyor.

         -Karnımızı doyurup öyle çıksaydık  yola, diyor. " Aç ayı oynamaz " diyorlardı bizim köyde.

         -Tok karnına yol alınmaz, diye cevapladı Süleyman dede. Yarım saat sonra şişer kalır insan.  Hele bir yol alalım da mola verdiğimiz zaman yeriz bir şeyler.

          Sağ ayaklar atıldı besmeleyle... Önde Süleyman dede, ardında Paşa, Mustafa, Osman, İbrahim, Mehmet sıralandılar tek sıra istasyondan çıkıncaya kadar. Sonra  dağıldılar yolun ortalarına doğru. Uzunca bir yokuşu çıkınca gördüler köyü.  Damların üzeri sazla kaplı,duvarları sıvasız.. " Çok fakirler galiba " diye söylendi Hafız Osman kendi kendine. Birkaç köpek havladılar bu yabancı konuklara. Tavuklar çağrışıp kaçıştılar evlerin bahçelerine. Köy uyuyordu. Ufaktan ufağa sis geliyordu üzerlerine. " Yakında bir dere var galiba " dedi Paşa aga.. Sakarya dedikleri yere yaklaştık galiba. Bu " galiba " sözünü çok sık kullanıyordu. 

          Yokuşu indiklerinde sisin içinden gördüler Sakarya nehrini. Kıyıda bir büyük sal duruyor", nöbeti devr almış asker gibi virane bir adam , elinde uzun bir sırık gelenlere bakıyordu. Biraz daha yaklaşınca Sakarya'nın azgınlığını gördüler. Sel suyu kıyılardan taşıyor,  sonra yatağına ulaşınca duruluyordu. Aga Mustafa eline kocaman bir taş alıp savurdu suyun orta yerine. Derinliğini ölçmek istiyordu aklınca. Taş, suyun üstünde bir yuvarlak bırakıp dibe indi.  

         -Bizim balık avladığımız dere yavru gibi kalır bunun yanında, dedi Aga Mustafa. Suyun önüne bent yapardık da , balıklar takılır, çuvala doldururduk. Bu  nasıl bir alâmet ?...

          Mülayim Aga öne çıktı ;

         -Kolay gelsin salcı baba, diye başladı söze.  Bu azgın suya hükmedip bizi karşıya atabilir misin ?.

          Salcı , boş ver, der gibi salladı elini ;

         -Biz nelerini gördük bu Sakarya'nın.  Nuh tufanı olsa yarıp geçeriz evel Allah. Sen bizi viran görüp pek bir şeye benzetemedin amma bu memleket de sırığı bizim gibi kullanan , yolcuyu sağ-salim karaya ulaştıran gelmedi şimdiye kadar. Şimdiden sonra geleceği de şüpheli. Bu savaş bizi bu hale koydu. Sen bizim eski halimizi bilsen böyle konuşmazdın ya... Kurt kocayınca köpeklerin maskarası olurmuş. Kurtdereli olmasa da çok pehlivanı pes ettirip prava dedirtmişiz ahaliye. Siz korkup saldan atlamazsanız  bizimkisi garanti.  Nerden gelip, nereye gitmekte bu muhacirler ?.

          Adam şiir okur gibi konuşuyordu.  Nesirde " seci " diyorlar ya tam öyle..

         -Gölpazarı'nın Türkmen köyüne  gidecek bu kardeşlerimiz. Türkmen köyünü bildin mi?.

         -Elbet bilmekteyiz köyü de, hiç gitmişliğimiz yoktur.  Biz Yenice'deniz. Sakarya'yı aştınız mı önünüze çıkar bizim köy.  Oranın Ermeni ahalisi köyü bırakıp Avropa'ya, Amerikan'yaya gitmişler dedi aklı eren biri.  Yerli ahaliden az biraz müslüman kalmış galiba. Yeşillik, bağlık, bahçelik müstahkem bir yer diye anlatır bizim köydeki Hüseyin emmi. 

         -İşte o köye gitmekteyiz ya, yol bilmez, iz bilmez garip takımına dönmüşüz. Halimize ağlamak düşer aslında, amma velakin sabrı da bilmekteyiz.

         -Sabır... Sabır.... Adamın birinin bindiği gemi batmış, zavallı  batıktan eline bir kayık geçirip yirmi gün  denizin ortasında kurtulmayı beklemiş. Oralardan geçen bir gemi onu görmüş, kurtarmış, selamete çıkarmış.  Kaptan Paşa ; " Büyük bir tecrübe geçirdin, ne öğrendin ?. Diye sual etmiş. " Bu tecrübeden şunu öğrendim " demiş adam.

          -İNSANIN  İÇEBİLECEĞİ  KADAR  TATLI  SUYU, VE DE  YİYEBİLECEĞİ  KADAR EKMEĞİ  OLDUKTAN  SONRA HAYATTA  HİÇ  BİR  ŞEYDEN  ŞİKAYET  ETMEMELİ...

         -Güzel kelâm ettin salcı baba.   Güzel kelâmın kadar salı da idaren güzelse varalım artık karşı sahile.

         -Ya  Allah, ya  Bismillah deyip sağ ayaklar atıldı salın tomruklarına...Salcı dede yolcu tamam olunca bir ilahiye başladı sıtma görmemiş sesiyle...

 

                          HAK  BİR  GÖNÜL  VERDİ BANA, HA  DEMEDEN  HAYRAN OLUR

                          BİR  DEM  GELİR ŞADİ  OLUR, BİR  DEM  GELİR GİRYAN  OLUR.

 

                                                                                              DEVAM  EDECEK.......

mehmet dayanç
11.11.2019 14:16:43
benim büyük dedem de gabrişte köyünden, talip oğlu hasan, oğlu ramiz(dedem) babamın dedesinin adıdır.Dedenizin hatıralarında geçmiş midir acaba.