EROL ERKEN


PAZARTESİ KONUŞMALARI

Erol Erken'in kaleminden...


 

Memleketime giderken , dağını, taşını, suyunu

gözeterek bir güvercin gibi gitmek isterim.

Ahi Naci

Haftanın yazısını yazmak için masama oturduğumda hep sevdiklerimle konuşmaya başlarım. Mehmet 'ler, Mustafa 'lar, Recep'ler, Fethi kardeşlerimin cümlesi karşımdadır.Bizimki yazı yazmak değildir aslında. Karşılıklı konuşmadır, sohbettir...

Eskiden pencereden Alato dağlarını seyrederdim. Her daim kar olurdu tepelerinde. Cengiz Aytmatov'un " Dağlar Devrildiğinde " kitabını hayâl ederdim. Kar Parsının hikâyesiydi o tepelerdeki.

Sonra devasa siteler yapıldı penceremin önüne. Orhan Veli'nin " En iyisi pencere " şiiri boşa çıktı. Komşuların tül perdeleri görünmekte gözümüze...

Mukaddimeyi kısa tutmak evlâdır. Konuya gelmek lâzım ikazına uymak gerek.

Bizim yerleşik esnaflığımızın yanında gezici yönümüz de kayıtlara geçmiştir. Göynük, Taraklı, Yenipazar, hatta Bedi pazarları bizim tezgâh açtığımız yerlerdendir. Biz bu gün Taraklı'dan söz açalım. Malûm , biz Taraklı eniştesi olduğumuzdan ilk sırayı hanımın memleketinin alması iktiza eder.

Cumartesi Taraklı pazarıdır... Civarda cumartesiyi hesaba almayan kasabalar olduğundan verimkârdır Taraklı pazarı.

Sarraflık üzre mesleğimiz... Ağabeyim Baki'nin yanında çıraklığa soyunduğumuzdan her hafta yevmiyemiz çalışmakta.

Bütün sermayemiz bir camekan içinde, ve de terzi Sadık ağabeyin dükkan önünde... O zamanlar bilezik yeni yeni moda olmaya başladığından talibi az, ziynet altınları revaçta...Reşat'ı, Hamit'i, Vahit'i, yüzlüden , iki buçukluğa, beşliye kadar satışa hazır..

Sadık ağabeyin dükkânı sohbet mekânı. El işde, göz oynaşda olduğundan ne kadar sözü dinlenir zevat varsa çoğu hazırda. Bunca nüktedanın müşterisi olmaz mı ?.

Duman köyden Ali dayı her pazar heybesini dükkana bırakır, aksatayı tamam edip köye dönerdi. Ben diyeyim doksan, siz beş, altı ilave edin . Balkan harbinde Rumeli'yi görmüş, o yüzden de :

-Siz bu adamlara kurban olun, diyerek bizi şakadan aşağılayan Sadık ağabeye vurmaya kalkardı.

En çok şaka yaptıklarıydı Ali dayı. O günlerde Neil Armstrong aya çıkmış, yürümüş, hediye olarak da biraz taş, toprak toplamıştı etraftan.

-Gördün mü Ali dayı Amerika'lıları ?.

-Neyini görecekmişim o gavurların ?.

-Geçen gün aya çıktılar. Araba bile götürmüşler de henüz yol yapılmadığından sürememişler taşlı yolda.

-Ona inansa, inansa senin gibi zındıklar inanır hey Sadık oğlum. Beri bak ben buna Nasıl inanırım bildin mi . O çıktı dediğiniz gavur gecenin bir vakti eline siyah bir örtü alacak. Gerecek ayın yüzüne , ışık kesilsin, zifiri karanlığa kessin dünya, ben o zaman inanırım (!).

Biz de oraya gide gele şaka yapmaya alıştırdık kendimizi

Rahmetli Profesör Dr. Mehmet Erkal Taraklı'nın yetiştirdiği mümtaz insanlardan biriydi. O da Sadık ağabeyin dükkan müdavimlerinden. Mehmet Bey koyu Beşiktaşlı.. Talebe olduğu günleri anlatmaktayız... O hafta fena yenilmiş Beşiktaş.. Asık bir yüzle girdi kapıdan:

-Ne o Mehmet kardeşim, Ege denizinde kayığın mı kayboldu ?.

-Yok be Erol abi. Beşiktaş yenilince bizim şakülümüz kayıyor. Dikiş tutmuyoruz derler ya, Sadık abinin yanına dikiş tutturmaya geliyoruz.

-Ya Taraklı 'ya gazete gelmiyor, ya da sen üzüntüden haberleri kaçırmışsın Mehmet kardeşim. Ne yazıyordu gazete bil bakalım.

-Okuyan sen olunca bilen de sen olacaksın herhal.

-Evet, ne yazıyor gazetede. Hakem hatasına. Yapılan itiraz kabul edilip maçın tekrarına karar verilmiş. Müjdeye hiç bir şey istemem Mehmet kardeşim.

Aradan çok yıllar geçti... Mehmet Bey Profesör oldu, kısmet olup görüşemedik Bir gün Taraklı'ya gittim, arabayı eski Hükümet konağının oraya çekip ayağımı yere bastığımda karşılaştık Mehmet Beyle.

-Erol ağabey, hep o Beşiktaş şakasıyla hatırlıyorum seni, demişti. Ne kadar sevinmiştim o gün...

Mekânı Cennet olsun, rahmetle anılan insandır Mehmet Erkal Bey.

Söz sohbetten, muhabbetten açılınca Hafız ağabeyden anlatmadan olamaz.

Herkes Hafız abi, Hafız abi dediklerinden ismini öğrenmek kısmet olmadı. Benim tanıdığımda Adapazarı'nda Belediye zabıta memuruydu, ve de tekaütlüğü gelmişti.

Bizim camekan dükkanın önünde durmakta... Müşteri gelende anahtarı takıp açıyor, satmaya uğraşıyoruz. Çaylar yandaki kahveden...

-Hafız Abi, senin bir mektup hikâyesi vardı. Biz de akıl gelip gitmekte olduğundan unutulanlar hanesine yazılmış da yalnız başlığı kalmış. Nasıldı o mektup hikâyesi ?.

-Akıl tartısında sen bizi yarım okka geçersin de seninki lâfa çanak tutmak.Anlatalım da hak edelim çayın parasını:

Askerliğimiz Sivas'a çıkmış.. Piyade yazmışlar sülüsümüze. Atlı yazacak değiller ya. Bizim gibi yetimden çıksa çıksa piyade çıkar. Variyetimiz olsa altımıza doru bir kısrak çeker , öyle gideriz kışlaya. " Felekte baht utansın " demiş ya şair, şiiri tam üstümüze kondurmuş.

Anam gözyaşlarıyla uğurladı ev kapısından.Gözleme koymuş çantamıza.Biz yetim taifesinden olduğumuzdan para pek geçmiyor uğurlamada.

Kışlaya geldik, yüzümüzü karartıp oturuyoruz. Gurbetlik ilk günden belimizi bükmekte. Ortada elinde kağıt, kalem bir asker dolanmakta.

- Tertiplerim , bir kağıdım, bir kalemim var, mektubumu yazacak birini arıyorum.

Elinden çektim kağıdı.

-Gel bakalım hemşerim. Bizim okumamız, yazmamız var sayende. Yazımız da eh, kendine elverir. Otur da yazalım ahvalini.

Eski mektuplar selamla başlardı mecburen. Adamın bir aşireti var , yazmakla tükenmiyor.

Her ne hâl ise Allah'ın lûtfuyla ,ve de alnımızın akıyla bitirdik mektubu.

-Borcumuz ne olacak tertibim ?.Allah senden razı olsun. Anacığım , babam haber bekler nasıl vardın diye.

-Ne borcu arkadaş, mektup yazmaya ne zamandan beri ücret yazılır oldu ?.

-Yooooo tertibim, üzerinde hak kalmak nedir, bilir misin ?.Dünya var, ahiret var . Borçlu gidersek Sırat köprüsünden nasıl geçmeli ?. Benim terazim on kuruşu göstermekte. Helali hoş olsun . Sen de Hakkı'nı helal et emi...

Fakirliğin gözü kör olsun. Anacığım cebimize on kuruş koymamışken şu Allah'ın lûtfuna bak.

Gün o gün oldu... Adımız yazıcıya çıkmış da haberimiz olmamış. Mektup yazmaya getiren getirene.

Madem gelir kapısı yaptık yazıcılığı içine çeşni katalım dedik. İki çeşit yaptık mektupları. Düz yazı olanlar on kuruş, manili olanlar on beş.

Şu dağdan kuş uçmaz mı

Askerlik yakışmaz mı

Ağlamayın anneler

Ayrılan kavuşmaz mı

Annelerden evvel ben okuyunca asker arkadaşlar ağlıyor. Velhasıl yetim olup parasız askere gittik amma Taraklı 'lı olmanın hayrını gördük.

Taraklı deyince Ahi Naci İşsever'i söyletmeden geçmek olamaz.

Ahi Naci Mehmet Erkal hocanın has arkadaşı ... İki beden bir olmuş da aynı sözü söylemekte. Taraklı kitabını üç, beş defa okudum. Bir hatıra da oradan alalım Mehmet hocama dair:

" Hemşerimiz Prf. Dr. Mehmet Erkal çok yoğun bir mesaiden sonra doktorasını verip rahatladığı bir akşam üstü evinde beraberiz. Kendileri tezlerini sunarken yaşadığı gerilimi, ve döktüğü terleri anlatıyor. Çay üstüne çay... O arada muhterem anneleri -Nur içinde yatsınlar - yoğun çay servisi yüzünden konuşmalarımızı iyice anlamamış olacaklar ki :

-Yavaş gonuşun bakam bi, dediler. Sonra da ekleyerek,

-No'muş bizim Memet şimdi, no'muş ?.

Ben bir çay daha ihsanda bulunurlar diye acele atılıp müjdeledim.

-Rafize Teyze oğlunuz Doktor oldu , Doktor ! tebrik ederim deyince Rafize Teyze :

-Dokdor o'muş, Hekim o'muş gaç para ede, sabah namazına vatında gakmadıktan so'ra ! demez mi ?.

Ben aslında bizim yerleşik esnaflığımızın yanında gezici yönümüz de kayıtlara geçmiştir diyerek, ticaretten anlatacaktım velakin Taraklı deyince eski hatıralar geldi, kaleme oturdu. Sohbet uzadı ya söz yalazaya , şoför Alâattin ağabeye gelemedi. İnşaallah başka bir haftaya...

Sağlıkla kalın sevgili okuyanlar.

Bol' bereketli, huzurlu, mutlu bir hafta diliyorum.