FİKRET YILDIRIM


SEN "BEN"İNİN KİM OLDUĞUNU BİLİYOR MUSUN

.


Bilim bize, bir metre ilerimizdeki bir aynaya baktığımızda, 3 saniyenin milyarda biri kadar önceki geçmişimizi gördüğümüzü ölçebiliyor. Bu da kısaca, “gören” ile “görülen”in birbirlerine uzaklıklarının algıyı ne denli etkilediğinin en basit kanıtı.

Bu, fiziksel aynalarda bilimsel olarak böyle ölçülebilirken, belleksel ya da bilinçsel aynalardaki algılarımızı nasıl ölçebileceğiz öyleyse? Her hangi bir “yer” ve “zaman”daki ya da “an”daki “ben”, “şimdi”ki “ben” ile olan uzaklığında birbirlerini nasıl anlayıp anlatacaklar ve de anlaşabilecekler?

Örneğin, 60 yaşına gelmiş bir erkek ya da kadının 10, 20, 30, 40 ve 50 yaşlarındaki “ben”lerini 6 kişilik bir masanın etrafına oturttuğumuzda ne gibi bir iletişim ya da “an”laşım sağlanabilecektir? “Hadi canım ya, amma da saçma bir kurgu bu, hiç öyle şey olur mu” dendiğinde, ben de “yahu bu 6 kişi zaten her an ve mekânda seninle birlikteler” desem ne diyeceksin? Biraz daha ileri gidecek olursam, hatta çok çok daha ileri gidecek olursam ve “zamanın her anında yer alan sayısız “ben”lerinin olduğunu ve bunlarının her birinin birbiriyle “bir” olduğunu söylesem” bu sefer de benden korkacak mısın?

Buraya dek ucundan dokunuverdiğim “ben-kendi” ve “mekân-(zam)an” “ikilem”lerinin ve “çoklam”larının insan “tek”i söz konusu olduğunda pek bir önemi yok gibi görünüyor. Belki de öyledir; bu insan “tek”i, bir biçimde geldiği bu yaşam sahnesinde, neler yapıp yapamayacağını gösterip, az ya da çok iz bırakarak ya da uçan kuşun hiç iz bırakmaması örneğinde olduğu gibi yitip gidecektir.

Peki “kendi” içindeki “ben”lerini sayamadığımız bu insan “tek”inden yola çıkarak, en az iki insan “tek”inden oluşan aileden hareketle, büyük aile, kabile, mahalle, köy, nahiye, kasaba, ilçe, il, bölge, eyalet, devlet, birleşik devlet ve giderek de milyarlarca insan “tek”inin içinde yer aldığı bir zaman boyutundaki tüm canlı ve cansızlığının göksel evi/yuvası olan dünyamızı nasıl algılayıp da var olma, var kalabilme mücadelesi vererek anlatmaya çalışacağız?

Peki peki, anladım, kafa karıştırmaya başladım.

Ben en iyisi mi “biz”e geleyim!

Hangi “biz” mi?

Pes doğrusu! Sabahtan akşama, akşamdan sabaha “biz, biz, biz,...” diye bağırıp çağırmıyor, atıp tutmuyor muyuz? “Biz”den, “siz”den, “onlar”dan, bahsedip durmuyor muyuz? Hani canım “bizim parti”, “sizin parti”, “onların partisi” diye döğüşüp durmuyor muyuz? “Bizim liderimiz”, “sizin lideriniz”, “onların lideri” için kan döküp durmuyor muyuz?

Tamam tamam, “ben” karışmıyorum, ne haliniz varsa görün!

Halbuki “ben”i bir dakika dinleyebilseydiniz, “ben” “hepiniz”i kurtarabilecektim ama!...

Siz yine de “kendi”nize mukayyet olun!

“Ben”den “siz”e söylemesi!

Fikret Yıldırım

Görsel |www.yenisoz.com.tr