FİKRET YILDIRIM


SIKINTI YOK, YANİ, HANİ, BAY BAY, AYNEN

.


Dilbilimciler, günümüzde yeryüzünde konuşulan altı binin üzerindeki dilden bu yüzyılın sonuna kadar, bin beşyüzünün silinip yok olacağını öngörüyorlar. Kimi kötümser olanlar ise bu sayının iki binbeşyüzün üzerine çıkabileceğini savlıyorlar.

Tarihsel derinlikte, insanın yerleşik yaşama geçişiyle başlayan dil çeşitlenmesi zaman içerisinde küresel göçler, kıtlıklar ve amansız salgınlar nedeniyle bir yandan zenginleşirken diğer yandan da kültürel mezarlıklara dönüşüyor.

Bugün Hindistan’da Hintçe ve İngilizcenin yanında on altı anayasal dil hüküm sürerken ülke genelindeyse dörtyüzün üzerinde dil konuşuluyor. Amerika Birleşik Devletleri’nde dünyadaki bütün dillerin konuşulduğunu söylemek ise abartı sayılmayacaktır. Türkiye’de ise tek resmi dil Türkçeden başka yirmibeş dilin daha konuşulduğu saptanıyor.

Son derece dinamik bir canlı olan dil, konuşulup yazıldığı toplumun sosyo-ekonomik yapısındaki sarsıntılara, geleneksel kültür ve dinsel dokusundaki kökten değişimlere göre kendine yabancılaşmaya başlamasıyla öngörülemez evrilmelere uğrayabiliyor.

Bu kısacık bilimsel verilerle yazıma başlamamın nedeni, dilimiz Türkiye Türkçesi’nin özellikle son yirmi yıldaki yapısal yozlaşmasıyla ilgili.

TRT’nin siyah beyaz dönemlerindeki ilkokul öğrencileriyle yapılan görüntülü röportajlara baktığımızda, o küçücük çocukların düşündüklerini sözcük kalabalığı ve anlam karışıklığı olmaksızın su gibi arı ve duru bir biçimde dile getirdiklerini görüyoruz.

Son yıllardaki bu son derece dramatik ve travmatik yozlaşmanın miladını 12 Eylül askerî darbesi ile başlatırsak sanırım hepimiz aynı düşüncede olacağız.

İkinci Paylaşım Savaşı’ndan sonra oluşan iki kutuplu dünyada bizim payımıza düşen Batı Emperpalizmi, Marshall Planı ile ilkin ilkokullardaki bizlere süt tozu, tereyağı -ki, kokusu halen burnumun direğini sızlatır- ve minik hamburger ekmeği ile yavaş yavaş tatlı kapitalizmin tatlı sularına salındık. Giderek art arda dayatılan darbelerle de bugün Anadoluluk kökümüzden uzaklara düşürülerek kendimize yabancılaştırıldık.

Holivut formatlı diziler, insan aklını aşağılayan yarışma izlenceleri, bir gecede bir şarkı ile parlatılarak şapkadan sanatçı çıkartma gösterileri, toplumun geleneksel ahlak değerlerini yerin yedi kat dibine gömen sözde aile eğlenceleri, bu ve benzeri saymakla bitmeyecek kültür tecavüzcüsü yapımlar bugün artık Türkiye’yi ve üzerinde yaşam savaşımı veren tüm kültürleri ve dilleri ölümcül bir biçimde tehdit etmektedir.

Konuştuğum ya da konuşmalarına tanık olduğum gençlerin gündelik sözcük dağarcıklarının içerisinde "yani", "hani", "sıkıntı yok" "bay bay" ve "aynen" gibi benzerleri her dilde görülebilen moda sözcükleri ve jargonları bir kenara koyarsak asıl sorunun bu "zamane gençleri"nin söylemek istediklerini söylerken ve yazarken sınıfta kaldıklarını görmek oluyor.

Korkarım ki, kalem tutmayı, okuma ve yazmayı bilmeyen ama yaşama ilişkin her şeyi bilen(!) bir yeni insana doğru evriliyoruz.

Eğer ben karamsarsam, hiç olmazsa siz iyimser olun.

Korkunun ecele faydası yok ama cahil cesaretininse hiç ama hiç yok.

Biraz abartırsak, beş bin yıl sonra ikinci bir Babil Kulesi mitine daha tanıklık ediyor ve hatta bizzat yazıyor olamaz mıyız?

Fikret Yıldırım

Görsel | Babil Kulesi, Pieter Brueghel (1563)