FİKRET YILDIRIM


TAKİP YA DA TAKİPÇİ

.


Çok yakın bir geçmişe kadar çok korkardı insan “takip” edilmekten. Hatta bu korku öylesine bir dereceye ulaşırdı ki, paranoyaya bile dönüşürdü: Paranoyak olmayacağım ama takip edilmesem, derdi. 

Çok şükür çok şükür, ışık hızındaki bu dijital sosyal medya bizim bu en arkaik ve temel korkumuzu bugün artık tersine çevirmiş bulunuyor.  

Çok yakın bir zamandan beridir, “takip” edilmediğimizde artık kendimizi çok kötü hissediyor, kendi kazdığımız yapayalnızlık kuyusuna kendimizi itiveriyoruz: Eyvah, kimse beni takip etmiyor, demekki ben “takip”e değmeyen, değersiz biriyim! 

Çerçevesi yapay zekâca çizilmiş somut ve soyut kutucuklarda maharetlerimizi göstermemiz dayatılıyor ve bunu yaptıktan sonra “takip”çilerimizin sayısı ile ödüllendirilmek zorunda kaldığımız bir “beğenilme”, “çok beğenilme”, “harika” vb. gibi kısır seçeneklerle ya da ”kalkık baş parmak” ve çeşitli çizimlerle oluşturulmuş “sarı kelle”lerle kendimizi yalnız olmadığımız hissiyle mutlu ediliyoruz. 

Giderek sayısız ve çoğu kere de asılsız bilgi, belge ve haberleri bir iki saniye içerisinde göz atarak farkındalık alanımızı genişletip en yüksek seviyeye çıkarmak istiyoruz. Bir süre sonra bu sağanağın altında fenalaşıp bu kez de biz farkedilmek için harekete geçiyor, beğenip beğenilmek istediklerimizi de birkaç saniye içerisinde “kes-kopyala-yapıştır” yöntemiyle dağıtarak sanal girdabın içerisine giriveriyoruz. 

Öncelikle kendimize yabancılaşmamızla sonuçlanacak bu süreç, giderek toplumumuza, kültürümüze, günümüze ve geçmişimize, kısacası tüm sosyal kimliğimize yabancılaşmamızı beraberinde getirerek toplumsal boyuttaki yaralara yol açacaktır. 

Olsun! 

Tarih diye adlandırdığımız bireysel ve toplumsal zihin belleğimiz, yaşanmışlıklar ve yaşanmamışlıklar çöplüğü değil mi zaten! 

“Hiç”ten gelip “hiç”e dönmüş olsak, dünyanın sonu mu gelir(!)

Fikret Yıldırım

Görsel | egoFM