FİKRET YILDIRIM


TEFEKKÜR YÜRÜYÜŞÜ

.


Yürümeliydi.

Yoksa dayanamayacaktı; kafasının içinde dolanıp duran yanıtsız soruların ağırlığı altında çıldırabilirdi.

Sürekli düşünüyordu. Yedi yıllık yurt dışı yaşantısından sonra yeniden memlekete döndüğünde, hem kendisinin hem de bırakıp gittiği memleketin derinlemesine değişmişliği yaşamın her anında yakasına yapışıyordu.

Açık bırakıp da gittiği kapıları döndüğünde çalmış; ne bir “kim o” diye ses duymuş, ne de “buyrun”u işitmişti. 2000’li yılların başlarındaki ekonomik ve toplumsal bunalım toplumun her alanında yaşanıyordu.

Yürürken düşünce ve hisleri de yürüyor, gelip geçecek kötü zamanların dayanılmaz anlarını ancak bu yöntemle kovabiliyordu. Aylardan Aralık’tı. Neden Kartal olduğunu bilmiyordu ama oradan başlamıştı, sahil boyunca Bostancı yönüne doğru yürümeye. Sonradan öğrendiğine göre her iki nokta arasındaki uzaklık yaklaşık on beş kilometreydi. Oysa o ne uzaklığı ne de yürüyüş hızını hesaplamıştı yola çıkmadan önce.

Marmara Denizi ve üzerindeki Prens Adaları olan Büyükada, Heybeliada, Kınalıada ve Burgazada solunda kalıyordu, sağında ise sahilyolu trafiği akıyordu olanca gürültüsüyle. Ne denizin, adaların ne de sahilyolu trafiğinin farkındaydı. Arada bir başını kaldırıp sağa sola bakıp nerede olduğunu anlamaya çalışıyordu.

İkindi ezanının okunduğunu fark etti birden; uzun yıllardır ezan sesi duymadığından, okunur okunmaz hemen fark ediyordu namaz çağrılarını. Tam da bu anda denizin kenarına yığılmış kayalar üzerinde, genç bir kızın başı ellerinin arasında, ağlamaklı bir biçimde adalara doğru bakarak oturduğunu gördü. Sevgilisi olduğu anlaşılan genç bir oğlan da, hemen yanıbaşında, avuçlarına toplamış olduğu irili ufaklı taşları denizdeki martı ve karabatak gibi kuşların üzerine atıyordu, üstelik de hedef gözeterek.

Çevresine bakındı. Bostancı sahiliydi. Delikanlı gerçekten de kuşları öldürmeyi göze almışcasına taşlıyordu. Hemen hızla yanına yaklaşarak:

-Ne yapıyorsunuz siz öyle? Farkında mısınız kuşları öldüreceksiniz? Hem bakın, yanıbaşınızda ne kadar güzel bir kız arkadaşınız var. Kuşları öldüreceğinize onunla güzel güzel konuşsanız olmaz mı?

- Sana ne be adam? Sen ne karışıyorsun! Yürü git buradan!

- Hiç öyle şey olur mu, ben bir insanım.

- Ben de insanım, ne olmuş yani!

- E siz de insan olduğunuz için söylüyorum ya zaten!

Bunun üzerine, kayaların üzerindeki delikanlı, hiç bir şey diyemeden, elindeki taş havada, donmuş gibi kalakalmıştı. Ne bir söz söylüyor ne de hareket edebiliyordu.

O kavgalı gençleri orada öylece bırakıp kafasındaki düşüncelerle uzaklaşıp gitti.

Fikret Yıldırım ©

Görsel | evdenhaberler.com

/resimler/2019-7/13/1749173996246.jpg