AYŞE SEZGİN


YENİPAZAR’DA İLKBAHAR

YENİPAZAR’DA İLKBAHAR


Merhabalar sevgili hemşehrilerim.

Malum ilkbahar mevsimine girdik teknik olarak. İçinde bulunduğumuz şartlardan dolayı şu an bunu pek farkedecek durumda olmasak da... Evlerimize kapanıp kaldığımız, kitap okumaya, televizyon seyretmeye ve “Yenipazarın Sesi” ni daha çok takip etmeye fırsatımız olduğu şu sıralarda hadi birlikte eskilere gidelim mi?

Son zamanlarda küresel ısınma ve başkaca tabir edilen etkilerle her ne kadar “İlkbahar” ve “Sonbahar” mevsimleri sadece kağıt üzerinde kalmış ve gerçekte ortadan kalkmış olsa da, yazdan kışa, kıştan direkt yaza geçiliyor olsa da, eskiden çok güzel yaşanırdı bu mevsimler. İlkokuldaki sınıflarımızda tarih şeridi, mevsim şeridi olurdu ya duvarlarda. Hah işte o mevsim şeridindeki resimleri birebir yaşardık çocukluğumuzda.

1990 lı yıllarda başlamıştı yaşamımın Yenipazar kısmı. Ortaokula başlamamla beraber Kaplanların Nuriye teyzenin evine yerleşmiş; Yenipazar’da devam etmeye başlamıştık hayatımıza. Zaten annem Yenipazar’lı olduğundan evvelden de sürekli gelip gittiğimiz bir yerdi. Nisan ayı geldiğinde evimizin bahçesindeki meyve ağaçlarının dallarının tomurcuklandığını görür nasıl mutlu olurdum. Bahçedeki çimenler yeşermeye başlar; hele -şimdiki hastane binasının yerinde eskiden sağlık ocağı vardı- o sağlık ocağının bahçesinde kocaman bir badem ağacı... O badem ağacı müjdelerdi, ilan ederdi resmen ilkbaharın gelişini. Uçuk pembe çiçekleriyle, çiçeklerinin üzerinde sürekli vızıl vızıl dolanan arılarıyla, kelebekleriyle ve ağacın altında koşup oynayan, havanın ısınmasını ve günlerin uzamasını fırsat bilerek dışarda kalma sürecinin uzamasını kutlayan biz çocuklarıyla. Yakan top oynardık, voleybol oynardık. Hatta bizim sokakta çocuk sayısı yeterli olmaz ise köprünün öbür tarafına, yeni mahalleye geçerdik komşumuzun kızı, sınıf arkadaşım Selma ile. Arkadaşlarımızın yaşıtlarımızın çoğu oradaydı çünkü. Akşam ezanlarına kadar sürerdi oyunların heyecanı... Akşam ezanı oyunun ve sokağın bittiğini belirten eve dönüş uyarısıydı. Akşam ezanı okunduğunda herkes evine girer, perdeler kapanır ve bir süre sonra ailecek akşam sofralarına oturulurdu. Şimdiki gibi tabletlerle, bilgisayarlarla değil tozun toprağın içinde, elimizdeki kiremit parçalarıyla sek sek oynayarak, çaydan bulunan yuvarlak taşlarla üç taş, beş taş oynayarak kurardık oyunlarımızı, hiç öyle virüs mirüs telaşemiz de olmazdı çok şükür. Sadece biz çocuklar sevinmezdik tabi İlkbahar’ın gelişine... Kahvehanelerdeki sandalyeler dışarılara, kaldırımlara atılmaya başlanır; annelerimiz komşu teyzelerle, ablalarla kapı önlerinde oturup bir yandan sohbet eder, bir yandan el işlerini yaparlar, bahar temizliğine başlanırdı hatta çoğu evlerde. Yaşına göre son derece çevik ve titiz bir insan olan ev sahibimiz Nuriye teyzenin camları silen incecik bileğini görürdük zaman zaman camdan dışarı baktığımızda. Mekanı cennet olsun, nur içinde yatsın.

Kapının önüne inemeyecek kadar yaşı ilerlemiş olanlar da balkon sezonunu açmış olurlardı böylelikle. Eskiden haftada, tüketim durumuna göre bazen iki haftada bir ekmek yapılırdı mahallelerdeki fırınlarda. Yakuplar’ ın fırınında pişirirdik genelde biz ekmeği. Arkadaşım Aydan’la daha çok vakit geçirmek için de harika bir sebep daha olurdu böylelikle. (Zaten akşam sabah beraberdik ya). Hamur teknesini taşırken yardım etmek, getir götür işlerini yapmak da bana kalırdı otomatikman, evin büyük çocuğu olmam hasebiyle. Tekneyi götürürken Kahyaların evinin önüne geldiğimizde yukarıdan bir şeyler düşerdi hamurun üzerine. Bir de bakardık ki rahmetli Feride nine bir avuç şeker atmış teknemizin üzerine. Kakaolu, kahveli, meyveli, parlak jelatin kağıtlı şekerler. Eskinin şekerleri de, insanları da daha tatlıydı sanki...

Ekmekten önce pideler pişirilirdi... Peynirli, patatesli, kabaklı, mancarlı, içli ve sade pideler. Ekmeklerin (bükmelerin) pişmesini beklerken hemen yakında bulunan rahmetli anneannemlere giderdik annemle birlikte. Kiremitçiler in Kamile yenge olurdu çoğu zaman. Anneanneme seslenirdi “Zile yenge napan” diye. Kampa’nın Resmiye yenge, Terzi Alilerin Resmiye yenge, Yanıklar’ın Ayşe yenge, Eğitmen’in Firdevs teyze, yine kiremitçilerin Fatma teyze de katılırlardı fırsat buldukça bu muhabbet ortamına. Allah her birine gani gani rahmet eylesin, mekanları cennet olsun. Biraz oturur, sohbet muhabbet eder, pidelerden ikram eder, dönüşte te pişmiş ekmekleri çıkarırdı annem sağolsun Sezer yengenin yardımıyla. Vakit genişse çay demlemiş olurlardı, sıcak ekmeklerle pidelerle kocaman bir sofra kurardık Yakuplar’ın evinde. Rahmetli Hatice yenge, genç yaşta aramızdan ayrılan Ayşe yenge de olduğu halde çoluk çombalak toplanır oturur yer içerdik ne güzel... Ahh gözlerim dolu dolu oldu resmen... Ne güzel insanlardı, ne güzel günlerdi.

Okula giderken de artık kabanlar, montlar çıkarılmaya, botların yerini ayakkabılar almaya başladığından daha bir hafiflemiş olarak gidilirdi. Baharın gelişi daha bir enerjik, daha bir dinamik yapardı her birimizi. Okula gidiş geliş yolunda da Tongurlar’ ın evinin önünden geçerken, avludaki kamelyaya çıkmış rahmetli Tongur dayı, Fadime yenge, Tevfik dayı, Zeynep yenge, Hatice yengeyi ve zaman zaman da ailelerinden biri gibi olan rahmetli Şehnizar halayı görürdük. Hal hatır sormadan, selam vermeden geçilmezdi büyüklere ne kadar acelemiz de olsa. Az ötedede Yunuslar’ ın bahçesinden gelirdi türlü türlü çiçek kokuları, rengarenk çiçek manzaraları.

 Okulun bahçesinde yapılırdı zaman zaman dersler, nasıl hoşumuza giderdi bu değişiklik. Ve topluca ağaç dikmeye götürmüştü öğretmenlerimiz bir gün. Yenipazar’ın şimdiki mezarlığının etrafında dikili çam ve sedir ağaçlarını taaa o zamanlar okulca toplanıp gidip biz dikmiştik. Her birinin dibinde ailemizden, komşularımızdan, arkadaşlarımızdan yatanlar var şimdi. Mekanları cennet olsun.

Velhasıl bir başkaydı çocukluğumun ilkbaharları ve bambaşkaydı Yenipazar’da ilkbahar..

(Sağlıcakla kalınız. Birlikte nice baharlara...)